06.11.2013 Sağlik Haberleri

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Kaşlara da botoks geldi


21879248.jpg
[h=2]

Kaşlar yıllar içinde bir inceldi bir kalınlaştı. Bu nedenle kaşlarının yapısı bozulanlar için artık plastik cerrahlar botoksu kullanıyor.
[/h]

Artık plastik cerrahlar botoksu kaşlar için de kullanıyor. 2013 yılında başlayan ve önümüzdeki yıl tüm hızıyla devam eden kalın ve düz kontürlü kaşar bakışların çok daha anlamlı olmasını sağlıyor. Estetik ve Plastik cerrahi Uzmanı Dr. Dilek Avşar, “Bir dönem kaşlar çok ince ve yanlış alındı bu da kaşların küsmesi yani çıkmamasına neden olundu. Kavisler yapıldı, inceltildi. Kaşların gerçek ve doğal yapısı bozulmuş oldu. Şimdi tekrar o doğal yapıya dönülmek isteniyor. İşte bu durumda devreye botoks giriyor. Çünkü pek bilinmese de aslında kaşların güzel görünmesi için botoks oldukça önemli rol oynuyor” diyor.

KAŞLAR DÜZ VE KALKIK OLUYOR


Dilek Avşar’a göre kaşlara doğal kontür verilmesi için botoks yapılabiliyor. Kaşa yapılan botoks kaşın daha düz ama daha kalkık hale gelmesini sağlıyor. Böylece üst göz kapağı üzerindeki çökme ve sarkma giderilmiş oluyor.Dr. Dilek Avşar, “Kaşa kavis vermeden düz kaldırmak aynı zamanda kaşın içi ve dışı arasında 0.5 cm’lik bir fark yaratıyor. Bu da kişinin yüzünün daha canlı görünmesini sağlıyor. Çünkü botoksla kaşın dış kenarından 5 milimlik bir kaldırma yapılabiliyor” diyor.Artık hepimizin bildiği gibi botoks gerçek anlamda her yaşta uygulanabilen bir tedavi. Aynı zamanda göz çevresine kontür kazanmış kaşlara ek olarak gözaltında oluşan halkalar, koyu renkler, torbalanmalar ve kaş altındaki boşluklara ışık dolgusu da yapılabiliyor. Bu sayede düşük olan kaş botoksla kaldırılırken ışık dolgusuyla etrafı aydınlatılıyor. Bu işlemlerdeki hedef kişinin canlı ve sağlıklı bakışlara sahip olması oluyor.

http://www.hurriyet.com.tr/saglik/24957820.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Böyle uyuyorsanız dikkat


22027917.jpg
[h=2]

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Anadolu, uyku apnesinin kalp büyümelerine, ritim bozukluklarına, kalp yetmezliğine ve uykuda kalp krizine neden olduğunu ve uykuda ölümlerin ortaya çıktığını söyledi.
[/h]

Serik ilçesine bağlı Belek beldesindeki bir otelde gerçekleştirilen 1. Ulusal Çocuk ve Ergen Obezitesi Sempozyumu için Antalya'ya gelen Anadolu, uykuda horlamanın basite alınmaması gerektiğini belirtti.

HORLAMA SADECE BUZ DAĞININ GÖRÜNEN YÜZÜ



Horlamayı "buz dağının görünen yüzü" olarak nitelendiren ve altındaki sorunların irdelenmesi gerektiğini ifade eden Anadolu, horlamanın uyku apnesinin belirtisi olabileceğini vurguladı.
Uyku apnesinin uyku sırasında solunum duraklamalarından kaynaklanan ve uyku düzeninin bozulmasına neden olan bir hastalık olduğunu anlatan Anadolu, insanlar uyurken solunumlarının durduğunu, bir süre sonra tekrar nefes almaya başladıklarını belirtti.


BOĞULUYORMUŞUM GİBİ UYANDIM



Bazı hastaların, "Gece nefesim durmuş, boğuluyormuşum gibi uyandım, kendimi zor pencereye attım" ya da "Uykuda dilim geriye kaçmış, elimi sokup dilimi öne çektim ve o şekilde rahatladım" şikayetleriyle kendilerine geldiğini kaydeden Anadolu, bu durumun hastanın bir süre nefessiz kaldığını gösterdiğini dile getirdi.


VÜCUT OKSİJENSİZ KALIYOR




Solunum durunca kandaki oksijen miktarının azalıp karbondioksit miktarının arttığına işaret eden Anadolu, organların oksijeni daha fazla alabilmek için daha fazla çalıştığını, vücut oksijensiz kalınca bazı metabolik sorunlar ortaya çıktığına dikkati çekti.

Şeker hastalığına yatkınlık oluştuğunu, sağlıklı gelişimin sağlanamadığını, özellikle kalp ve damar sistemin yapısının bozulduğunu vurgulayan Anadolu, "Uyku apnesine bağlı olarak vücut sisteminin bozulması kalp büyümelerine, ritim bozukluklarına, kalp yetmezliğine ve uykuda kalp krizine neden olmakta. Bu şekilde de uykuda ölümler ortaya çıkmakta" dedi.


KALP KRİZİNE NEDEN OLUYOR



Uyku sisteminin bozulmasıyla kalp krizine bağlı uykuda ölümlerin ortaya çıktığını dile getiren Anadolu, bu nedenle horlamanın ya da uyku apnesinin basite alınmaması gerektiğini, horlayan insanların uyku sırasında solunumun durup durmamasına dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi.

Yüksek gürültülü horlama, yorgunluk, aşırı sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu, sabah baş ağrısı gibi sorunların uyku apnesinin sonuçları olabileceğine işaret eden Anadolu, bu sorunları yaşayan kişilere en kısa zamanda hekime başvurmaları ve tedavi yöntemlerini uygulamalarını önerdi.

Bu sorunun obezite insanlarda daha fazla görüldüğüne dikkati çeken Anadolu, aşırı kilo nedeniyle vücuttaki yağ miktarının arttığını, özellikle boyun bölgesinde oluşan yağlanmanın hava yolunu daralttığını kaydetti.


http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25048091.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
8 bin kişi başvurdu

22019500.jpg
[h=2]

Birçok üniversite hastanesinde uzun bekleme sürelerine rağmen Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Diş Hekimliği Fakültesine ortodonti tedavisi için başvuran hastaların tedavisine hemen başlanıyor.
[/h]


SDÜ Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakan Türkkahraman, ortodontinin çene ve dişlerdeki bozukluklarının teşhisi ve tedavisi ile ilgilenen bir bilim dalı olduğunu, halk arasında ise "tel tedavisi" şeklinde bilindiğini söyledi.


NÜFUSUN ÇOĞUNDA DİŞ YAPISI BOZUK



Türkiye'deki nüfusun büyük bir çoğunluğunda ortodontik rahatsızlıklar görüldüğünü anlatan Türkkahraman, bu tür rahasızlıklara özellikle çocuklarda rastlanıldığını kaydetti.

Son yıllarda sadece çocukların değil, erişkin hastaların da tedaviye yönelik talebi olduğuna dikkati çeken Türkkahraman, "Ortodonti tedavisinde yaş sınırlaması yoktur. Eskiden yaygın kanaat, bu tedavinin sadece çocuklarda yapılabileceğiydi. Artık kliniğimize 40 yaşının üzerinde hastalar da geliyor" dedi.
TEDAVİ UZUN SÜRDÜĞÜ İÇİN HASTALAR YIĞILIYOR
Estetik kaygıların artmasıyla herkesin güzel bir gülüşe sahip olmak istediğini dile getiren Türkkahraman, "Bu nedenle ortodonti kliniklerine müracaat eden hasta sayısında inanılmaz artış var. Türkiye'deki ortodonti uzman sayısı, bu talebi karşılayacak durumda değil. Arz ve talep arasında ciddi bir uçurum var. Tedavi 2-3 yıl sürüyor. Tedavi süresinden dolayı da ortodonti kliniklerinde hasta yığılması söz konusu" diye konuştu.


8 BİN KİŞİ TEDAVİ GÖRÜYOR



Türkkahraman, hasta yoğunluğu nedeniyle gelen hastalara hemen randevu verilmediğini vurgulayarak, şöyle konuştu:

"Geçmişte 7-8 yıllık randevular veriliyordu. Hatta babadan oğula randevu devri gibi uygulamalar da vardı. Biz 18 yıllık fakülte olarak 4 yıllık randevular verdik. Son 2 yıldır fiziki mekanlarımız çok iyi durumda. Türkiye'nin en büyük diş hekimliği fakültesi binasına sahibiz. Öğretim elemanı sayımızı da artırdık. Başvuran bütün hastalara aynı anda cevap verebilecek kapasiteye eriştik. Hastanın ağız bakımı iyiyse hemen ortodonti tedavisine başlıyoruz. Bu şekilde Türkiye'de bir ilki gerçekleştiriyoruz. Ülke genelindeki bütün ortodonti kliniklerinde mutlaka sıra vardır. Verilen randevular bazen 7-8 yılı bulabilir ama kliniğimize başvuran bütün hastalara bu tedaviyi anında sunabiliyoruz."

Türkkahraman, 8 bin kişinin tedavi gördüğü ortodonti kliniğine Türkiye'nin birçok ilinden hasta geldiğini sözlerine ekledi.


http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25042396.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Sırrı sadece bu


22027083.jpg
[h=2]

Ege Üniversitesi (EÜ) Temel Tıp Bilimleri Fizyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurselen Toygar, bir insanın iyileşme gücünün tamamen kendisine ait olduğunu savunarak, "Aids'ten kansere, gripten en büyük hastalığa kadar kişi iyileştirme gücünü kullanırsa hastalıklardan kurtulma şansı yüzde yüzdür" dedi.
[/h]

Prof. Dr. Toygar, hayata pozitif bakan, sorunları kafasına dert etmeyen kişilerin hastalığa yakalanma riskinin çok az olduğunu belirtti.

İnsanın bağışıklık sisteminin güçlü olmasının en iyi yolunun beyinden iyileştirici ve mutluluk verici hormonların salgılanması olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Toygar, bu hormonların salgılanması halinde bağışıklık sisteminin güçlünerek kişiyi hastalıklardan koruduğunu ifade etti.


İYİLEŞME GÜCÜ TAMAMEN SİZİN ELİNİZDE




Beyinden salgılanan, iyileştirici, mutluluk verici olan endorfin ve serotonin hormonlarının salgılanmasının sadece kişinin kendi elinde olduğunu vurgulayan Toygar, şöyle konuştu:

"Bir insanın iyileşme gücü tamamen kendisine aittir. Aids'ten kansere, gripten en büyük hastalığa kadar kişi iyileştirme gücünü kullanırsa hastalıklardan kurtulma şansı yüzde yüzdür. Endorfin ve serotonini salgılatmak insanın kendisine aittir. Dışardan biri yapamaz. Beyine verilen emirle olur. Bu hormonun salgılanması bağışıklık sistemini güçlendirerek kişiyi hastalıklara karşı korur. Kişilerin bazı seneler "Bu sene gripten, nezleden hiç kurtulamadım" ya da "Çok hasta oldum" gibi şikayetlerini duyarız. Bir başka sene ise "Bu yıla hasta olmadan atlattım" derler. Sürekli hasta olunan zamana bakıldığında bunun temelinde bilinç altında çözemediğimiz bir problem, stres vardır. Hasta olmadığımız döneme bakarsak stresten, sorunlardan uzak bir dönem geçirildiği görülür.


İLAÇ YÜZDE 20 İNSAN YÜZDE 80 ETKİLİ




Yine örnek verirsek iki kişi sarılık oluyor. Bu iki kişinin sarılık virüsünü aldıktan sonra bir tanesinde riskli Hepatit ortaya çıkıyor, diğeri ise taşıyıcı oluyor. Çünkü vücut onla mücadele ediyor. Beyinsel olarak bu hormonlarla birlikte mücadele ettiği zaman o virüsler vücutta yer bulamıyor. Kanserde de böyle. Bir fizyolog olarak iddia ediyorum ki bütün hastalıklarda kanser dahil hastalığın iyileşmesinde doktor ve ilacın etkisi yüzde 20 etkilidir. Yüzde 80'inde ise insanın kendisi etkilidir. Tabiki bu yanlış anlaşılmasın. Medikal cerrahi, tedaviler çok önemlidir. Hastalar mutlaka cerrahi girişimlerini yaptıracak, tedavisini yaptıracak ancak beyniyle de hastalıkla mücadele edecek. Yine iki göğüs kanseri hastası da aynı tedaviyi alıyor birini kaybediyoruz ama diğeri kanseri yeniyor. Kanseri yenen kişi 'Kendime hobiler buldum. Yaşama sevincimi kaybetmedim. Hastalığı yeneceğime inandım' dediğini göreceksiniz."



"HER İNSANDA GÜNDE 100 TANE KANSER HÜCRESİ ÜRÜYOR"



Her insanda kansere neden olan hücrelerin ürediğini ancak bunun kimi insanların vücudunda tutunamadığını, kimisinde ise çoğaldığını ifade eden Toygar, şöyle devam etti:

"Her insanda günde 100 tane kanser hücresi ürüyor. Herkesin kanser olma potansiyeli var. Önemli olan bunu aktif hale geçirmektir. Kansere neden olan hücreler hüzünlü, stresli, hayata kara gözlüklerle bakan kişilerde çoğalırken, mutlu, beyin gücünü kullanabilen insanlarda yer bulamıyor. Kanser hücresini tetikleyici, hazırlayıcı faktörlerin başında stres geliyor. Daha sonra alkol, sigara, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar. Stres, hücrelerimizde dezanformasyon yaparsa ve etkilerse bağışıklık sistemi de düşmüşse bu hücreler çoğalır. İnsanın kendisini iyileştirici güce sahip olmasını sağlayan endorfin ve serotonin hormonlarını kişinin kendisi ancak isterse salgılatabilir. Kişi sevdiği işi yapacak, hayatı sevecek, hayata mutlu bakacak, beyine pozitif mesajlar yollayacak. Sorunları mümkün olduğu kadar geri plana itecek ve dert etmeyecek. Strese girip, hayata olumsuz bakarsak beyine olumsuz mesajlar gönderirsek bir grip bile ağır hastalığa neden olur."


http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25047808.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
'Melis vazgeçmedi siz de vazgeçmeyin'

22027118.jpg
[h=2]

Lösemi hastası 7 yaşındaki Melis'in babası Bahadır Akbaş, 6 binden fazla kan örneğinin ödenek sıkıntısı nedeniyle tahlil edilmediğini öğrenen vatandaşların, donör olmak için kan merkezlerine eskisi kadar başvuruda bulunmadığını belirterek, "Melis vazgeçmedi, siz de vazgeçmeyin" dedi.
[/h]

Bahadır Akbaş, Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi'nde tedavi gören Melis'in 3. kemoterapiyi tamamladığını, 4. kemoterapinin olası yan etkileri nedeniyle doktorların bir süre beklediğini belirtti.

Kemik iliği donöründen başka şanslarının olmadığını ve sürenin de giderek daraldığını hatırlatan Bahadır Akbaş, "Doktorlar 10 gün önce 1 ay süre vermişti, şimdi 20 gün zamanımız kaldı, henüz donör bulunamadı. Biz de sıkıntıya girmeye başladık, kemik iliği donörü olabilmek için 6 bin kan bağışı oldu ama şu ana kadar hiçbirinin incelenemediğini, gerekli ödeneklerin gönderilmediğini öğrendik" dedi.


500 DONÖR TARANACAK




Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun kemik iliği nakilerinin daha hızlı ve sağlıklı işletilmesini içeren TÜRKÖK Projesi'nin en kısa sürede hayata geçeceğine ilişkin açıklamalarının da umut verici olduğunu söyleyen Bahadır Akbaş,şöyle konuştu:

"Sağlık Bakanlığı'nın 100 bin lira ödenek göndereceğini duydum ve çok sevindim. 100 bin lira 500 donörün taramasının yapılması anlamına geliyor. Bu 500 kişi umut demek, hiç ummadığınız bir yerden kemik iliği donörü çıkabilir, Melis nakil olabilir."

TÜRKÖK Projesi'nin sadece Melis'e değil, kemik iliği arayışındaki yüzlerce insana şifa olabileceğini de aktaran Bahadır Akbaş, öncelikle mevcut kan örneklerinin değerlendirilmesini istedi.



"YOĞUNLUK ESKİSİ GİBİ DEĞİL"



Kan örneklerinin ödenek sıkıntısı gerekçesiyle tahlil edilmediğinin ortaya çıkmasıyla, kan merkezlerine başvuru sayısının da azaldığını aktaran Bahadır Akbaş, şunları söyledi:

"6 bin kan örneği beklediği için artık insanlar kan vermeye yanaşmıyor, eskisi gibi kan merkezlerine koşmuyor. Benim ilk çağrım, kemik iliği donörü olmak için kesinlikle vazgeçmesinler. Ben vazgeçmiyorum, hiçbir zaman da vazgeçmedim. Melis vazgeçmedi, siz de vazgeçmeyin. Umut ediyorum ki hiçbir sıkıntı kalmayacak, en kısa zamanda para bulunacak. En kısa zamanda kemik iliğinin bulunup Melis'in iyileşmesini ve eve gelmesini istiyoruz."



"MELİS'İN ADINI KULLANANLAR OLDU"



Bahadır Akbaş eşi Sevil Akbaş ve kendisini en çok üzen şeyin ödenek sıkıntısı olduğunu, ancak son zamanlarda Melis'in adını kullanarak para toplamaya çalışanlar olduğunu da öğrediklerini söyledi.

Dolandırıcılık ihbarları üzerine emniyete gittiğini de dile getiren Bahadır Akbaş, sözlerini şöyle sonlandırdı:

"Bir baba olarak karakola gittim başvuru yaptım, çünkü Cuma namazı çıkışında camilerde bazı kişilerin Melis için para toplamak istediğini öğrendik. Pois de gerekli yardımı yapacağını, titizlikle davranacağını ve sorumluları bulacağını söyledi."



http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25047766.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Mucizenin kendisi


22020420.jpg
[h=2]

O adeta mucizelerin kanıtı. Keira Robertson belki birçok insanın, koca bir ömürde yaşayabileceklerini atlattığında henüz yeni doğmuştu ve bu dünyada sadece 60 dakikası dolmuştu.
[/h]



Kalbi 25 dakika boyunca durmadan önce, minicik bedeni ameliyat bile olmuştu.


"YAŞAMAZ" DEDİLER



Michaela ve Christopher Robertson çiftinin kızları henüz ana rahminde 21 haftalıkken uyarmışlardı. "Yaşamaz, yaşasa da kistik fibrozis ve Down Sendromu hastası olur" denildi.
Ancak ne ailesi ondan, ne de kendisi bu dünyadan vazgeçmedi. Doktorların tüm uyarılarına rağmen Robertson ailesi bebeklerinden vazgeçmeyeceklerini ve doğuracağını söylemişti.

10 SAATLİK KALP AMELİYATI OLDU


Küçük Keira doğduğunda onun çığlığı belki herkesinkinden daha çok sevindirmişti ailesini. Sadece 9 dakika sonra kalbi durdu. Doktorlar onu hayata geri döndürdüğünde ise 2 kalp ameliyatı geçirmişti. Bir hafta sonra vücut enerjisinin tükenmesiyle ortaya çıkan ve vücut ısısının normalin altına düşmesi anlamına gelen hipotermi tedavisi gördü. 8 günlükken 10 saatlik bir kalp ameliyatı geçirdi ve kalbindeki 2 delik tedavi edildi.Belki bir ömür boyunca yaşanacak bu badireleri henüz yeni doğmuş bir bebek olarak atlatan Keira şimdi 7 aylık ve gülümsemesiyle ailesini hayata bağlayan bir bebek.

DOWN SENDROM'U DA YOK KİSTİK FİBROZİS'İ DE


7 aylık minik Keira'da olması beklenen genetik hastalıkların da hiçbiri yok. Ne down sendromu ne de kistik fibrozis hastası olmayan Keira Robertson tamamen sağlıklı ve 7 yaşında bir bebeğin yapması gereken her şeyi yapabiliyor.


22020419.jpg



http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25043482.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Say ve zayıfla


22026961.jpg
[h=2]

Dünyada her iki kişiden birinin problemi olan şişmanlığın en sık görülen nedeni günlük alınan kalorinin dengelenememesi ve sürekli yüksek kalorili, besin değeri düşük yiyecekler tüketilmesidir.
[/h]

İyi bir yaşam kalitesi için iyi bir yönetim kalitesi gerekir. İnsan kendi vücudunun ihtiyaçlarına yanıt vermeyi bilmeli, metabolizmasını tanımaya çalışmalı ve uzun vadede kendi kendinin yaşam koçu olmayı becerebilmedir.

POLİKİSTİK OVER SENDROMU DA İYİLEŞİYOR



İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya "Düşük kalori ve sabah kahvaltısının akşam yemeğine oranla daha yoğun olması, bel çevresinde daha fazla incelme yaparak, hem insülin direncini, hem de insülin direncinin kardeşi olan kadınlardaki polikistik over sendromunun iyileşmesine etkisi oluyor aynı zamanda yumurtlama fonksiyonlarını iyileştirebiliyor" diyor.

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya şişmanlığın sadece görüntü bozukluğuna değil aynı zamanda iç organlarda ciddi tahribata da neden olduğunu belirtirken, organların çevresinin yağlanmasıyla beraber, karaciğer, pankreas, kalp ve yumurtalıklarda ciddi bozulmalar olduğuna, yağ hücresi büyüdükçe oradan sentezlenen hormonlarda ve iltihap yapan ara maddelerde birikme oluştuğuna dikkat çekiyor. Özellikle cinsiyet hormonları olan östrojen ve testesteron düzeylerinin dengesizleştiğini söyleyen Dr. Ayça Kaya, bu durumun yumurtlama fonksiyon bozukluğuna, kısırlığa, erkeklerde kadın tipi memeler oluşmasına ve cinsel fonksiyon kusurlarına sebep olduğunu belirtiyor. Yağ hücrelerinden sentezlenen birçok iltihap maddesi başta damar duvarı olmak üzere hücrelerde zararlı maddelerin birikimine neden oluyor. Erkeklerde prostat ve bağırsak kanseri, kadınlarda yumurtalık ve meme kanseri sıklığı direkt olarak artıyor.


YAŞ, BOY, HASTALIK VE KİLOYA GÖRE DEĞERLENDİRİLİYOR



Kalori kısıtlama yönteminde önerilen; majör besin guruplarının bir sistem halinde vücuda alınması… Dr. Ayça Kaya kendi geliştirdiği sayarak zayıflama sisteminde de, kilo problemi olan hastalarına, tüm besin guruplarının kişinin yaşına, boyuna, kilosuna, eşlik eden hastalıklarına ve metabolizmasına göre ne kadar tüketmesi gerektiğini öğretiyor. Dr. Ayça Kaya, Sayarak Zayıflama yönteminin aynı zamanda bir kalori sayma yöntemi olmadığını, kişiye hangi besin grubundan ne kadar tükettiğinin farkına varmasını gösteren bir sistem olduğuna dikkat çekiyor. Bu beslenmede kişi bütün besin guruplarından miktarı az ama çeşidi bol beslendiği için hiç bir vitamin, mineral, besin eksikliği yaşamıyor. Dünyada uzun yaşamanın sırrı olan kalori kısıtlaması yapmanın bir yöntemi olarak sayarak zayıflama yöntemi düşünülebilir.


KALORİNİN YÜZDE 50'Sİ SABAH



Kilo verme süreçlerinde her ne kadar kalori kısıtlamaları son derece gündemdeyse de, üzerinde durulan noktalardan biri de, mevcut alınan kalorilerin gün içindeki dağılımı ile kilo verme hızları arasındaki ilişki. Bununla ilgili yapılan bir araştırmaya göre: İki guruba ayrılan kilolu kadınlar 3 ay boyunca ortalama 1400 kcal bir diyete alınıyor. 1 gruba toplam kalorinin %50’si sabah kahvaltıda, %36’sı öğlen yemeğinde, %14’ü akşam yemeğinde veriliyor. 2. Gruba ise toplam kalorinin %14’ü sabah, %36’sı öğlen, %50’si akşam veriliyor. 1 grup 3 ay sonra ortalama 10 kg vermiş, 2. Grup ise sadece 5 kg vermiş. Bel çevresindeki incelme 1. Grupta 8.4 cm iken ikinci gurupta 3.8 cm olmuş. Bütün kan değerleri birinci gurupta daha iyi bir seyir göstermiş. Özellikle kan insülin dalgalanmaları ve tokluk şekerleri birinci gurupta daha iyi sonuç vermiş. Kuvvetli kahvaltı ve az akşam yemeğinin metabolik kontrol sürecini daha iyi hale getirdiği gösterilmiş.


http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25047862.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Çekik gözlü hastalığı Türkiye'de de görülmeye başladı


22017779.jpg
[h=2]

Türk Nöroloji Derneği Nöroimmünoloji Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Ayşe Altıntaş, daha çok Uzakdoğu'da görülen "Nöromiyelitis Optika"nın artık Türkiye'de de ortaya çıktığını belirterek, 24 saati aşan görme ve duyu kayıplarına özellikle dikkat etmek gerektiğini bildirdi.
[/h]

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Altıntaş, hastalıkların da küreselleştiğini, bugüne kadar daha çok Uzakdoğu hastalığı olarak bilinen "Nöromiyelitis Optika"nın (NMO) Avrupa ve ABD ile birlikte Türkiye'de de görülmeye başlandığını söyledi.
Prof. Dr. Altıntaş, nöroimmünolojik hastalıkların bağışıklık sistemindeki bozukluk sonrası oluştuğunu, son yıllarda daha iyi anlaşılmaya başlanan "Nöromiyelitis Optika"nın bu tür bir hastalık olduğunu ifade ederek, şu bilgileri aktardı:

"En çok gençlerde ve kadınlarda görülen bu hastalığın en önemli sonuçları görme kaybı ve felç olduğu için çok ciddiye alınması gerekiyor. Beyindeki kan damarlarına komşu olarak yerleşen astrosit hücrelerindeki su kanallarına karşı antikor oluşumuyla ortaya çıkan hastalık, Uzakdoğu ülkelerinin
hastalığı olarak bilinirdi ancak artık biliyoruz ki Avrupa, ABD ve Türkiye'de de görülüyor. Göz siniri ve omuriliği tutan hastalığın en önemli sonuçları görme kaybı ve felçtir. Ataklar sırasında hastalığın ağır seyretmesi nedeniyle erken teşhis ve erken tedavi çok büyük önem taşır."



"MS İLE KARIŞTIRILIYORDU"



2004 yılına kadar MS ile karıştırılan ancak antikorların farkına varılmasıyla MS'den ayrı bir hastalık olduğu anlaşılan NMO'da hasta ve yakınlarının enfeksiyonlardan uzak durmaları gerektiğini anlatan Altıntaş, "Enfeksiyon ve ateşli tablolar hastalığın gidişi ya da tedavinin düzenlenmesini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Sigara da bu tür hastalıklar için olumsuz bir etken. Sigaradan uzak durmak, düzenli egzersiz ve yaşam, tedavi sürecinin olmazsa olmazlarıdır" diye konuştu.

"24 saati aşan görme ve duyu kayıplarına özellikle dikkat etmek gerektiği" uyarısını dile getiren Altıntaş, hastalığın tedavisiyle ilgili şunları söyledi:

"En sık kullanılan tedavi yöntemi damar yoluyla uygulanan yüksek doz kortizon şeklindeki seçenektir. Bunun yanı sıra bağışıklık sistemini baskılayan ya da anormal fonksiyonları normale dönüştürmeyi amaçlayan tedavi ajanları da mevcuttur. Ayrıca plazma değişim tedavisiyle vücuttaki antikorları uzaklaştıran bir başka seçenek de var. Bu yöntemde, hastanın kanı vücudun dışına çıkarılmakta ve antikorlardan arındırılarak hastaya geri verilmektedir. Bir başka deyimle hastanın kanı süzgeçten geçirilmektedir."

Prof. Dr. Altıntaş, erken teşhis ve tedavinin yanı sıra hastalık süreciyle ilgili hekim tavsiyesine bire bir kulak verilmesinin de büyük önem taşıdığını vurguladı.


http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25041029.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Kız çocukları tehlikede


22021424.jpg
[h=2]

Obezitenin özellikle kız çocuklarında erken ergenliğe neden olduğu belirlendi.
[/h]

"Pediatrics" dergisinde yayımlanan çalışmada Amerikan bilim adamları, beden kitle endeksi yüksek kız çocuklarının göğüslerinin, düşük beden kitle endeksine sahip yaşıtlarından daha önce büyümeye başladığını ortaya çıkardı.


OBEZ ÇOCUKLAR ERKEN ERGENLİK YAŞIYOR



Bilim adamları, 2004 ve 2011 yılları arasında çalışmaya katılan 1200'den fazla kız çocuğunun beden kitle endekslerini ve ergenliğe girme süreçlerini izledi.

Araştırmayı yöneten Cincinnati Çocuk Hastanesi Tıp Merkezi'nden Dr. Frank Biro, obez çocukların yaşıtlarına oranla buluğ çağına daha erken eriştiğini belirtti.

Beden kitle endeksinin ergenliğin başlamasında en önemli etkenlerden biri olduğuna dikkati çeken Biro, "Beden kitle endeksi 50'nin altında olan kız çocukları ergenliğe 10 yaşlarında girerken ergenliğe girme yaşı, beden kitle endeksi 85-95 olan kız çocuklarında 8,5'a düşüyor" dedi.


ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ, DEPRESYON VE CİNSEL TACİZE NEDEN OLUYOR



Erken ergenlik, kız çocuklarında özgüven eksikliği, depresyon, küçük yaşta cinsel ilişki ve büyükler tarafından cinsel taciz gibi sorunlara yol açıyor.

Daha önce yapılan araştırmalar, hareketsizlik, içme suyu ve yiyeceklerdeki kimyasal katkı maddeleri gibi diğer bazı etkenlerin de cinsel olgunluğun başlaması için hormonları uyardığını ortaya çıkarmıştı.
Erkek çocuklarında da aynı nedenlerden buluğ çağına girme yaşının düştüğü sanılıyor. Beden kitle endeksi, vücut ağırlığının boy uzunluğunun metre olarak karesine
bölünmesiyle hesaplanıyor


http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25042285.asp
 

ByTyFn

Tayfun SÖYLEMEZ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
2 Şub 2013
Mesajlar
8,051
Tepki puanı
928
Puanları
0
Yaş
35
Bu formülle 15 kilo verdi


22018331.jpg
[h=2]

Bursa'da, kendi muayenehanesinde hizmet veren Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Abdullah Günen, uzun yıllardır tedavisini yaptığı “uyku apnesi” hastalığına yakalanınca, özel bir metotla 3 ayda 15 kilo verdi.
[/h]

Çevresinde sportif özellikleri ve hareketli yaşamıyla bilinen 30 yıllık doktor Günen, bir süre önce kalp rahatsızlığı ve kullandığı antidepresan ilaçlar nedeniyle inanılmaz kilo aldığını kaydetti.


KİLO ALINCA UYKU APNESİ BAŞLADI



Bugünden itibaren yaşadığı süreci anlatan Günen, “57 yaşındayım. Çok hızlı bir doktordum. 30 yıl önce Türkiye tekvando şampiyonalarına katıldım. Fakat bir süre önce rahatsızlığım ve kullandığım ilaçlar bana korkunç bir kilo aldırdı. Yine spora ve gıdalarıma dikkat ettim ama bir türlü kilo veremedim” dedi.

Kilonun verdiği sıkıntılar nedeniyle yıllardır tedavisini yaptığı “uyku apnesi” hastalığına yakalandığını anlatan Günen, şöyle konuştu:


"BİR TERZİ OLARAK KENDİ SÖKÜĞÜMÜ DİKEMEDİM"



“Horlamaya başladım, uykuda nefesim duruyordu. Uykuya doymuyordum, hep uyumak istiyordum. Gece gündüz uyuyordum. Artık karşımdakilere zarar verme durumum başlamıştı. Araba kullanırken uyuyordum. Yani bir anlamda terzi kendi söküğünü dikememişti. İnsanları iyileştirmek isterken bu hastalığa kendim yakalandım.”



"KOLAYLIKLA 3 AYDA 15 KİLO VERDİM"



Bu durumun yaşam kalitesini tamamen bozduğunu ve hayattan koptuğunu dile getiren Günen, şunları kaydetti:

“Bir erkeğin bel kalınlığı 102 santimetreyi, kadının ise 88 santimetreyi geçiyorsa bu kişilerde insülin direnci var demektir. Bunun arkasından da kalp damar hastalıkları, tansiyon ve uyku apnesi sorunları tek tek gelir. Ben de inat ettim ve uluslararası bir markadan aldığım özel metotla yaşam tarzımı değiştirdim. Günde 3 defa yemek yedim, aralarını 5 saat olarak tuttum. Akşam saat 21.00'den sonra yemedim. Periyodik kan tahlilleri vererek bana en uygun gıdaları tespit ettim. Yağ yapan ve yapmayan besinleri kişiye özgün olarak tespit edebiliyorduk. Kolaylıkla 3 ayda 15 kilo verdim.”



"ŞİMDİ ÇOK MUTLUYUM VE YERİMDE DURAMIYORUM"



Uyku apnesi sendromunda doktorların çok tartıştığını vurgulayan Abdullah Günen, “Birçok doktor bu konuda 'benim dediğim doğru' der ama kimse kimseyi ikna edemez. Ama tüm doktorların ortak bir kararı vardır; 'kilo verme', ben de bu yoldan hareketle 15 kilo verdim. Artık kilo da almıyorum. İstediğim gibi azaltıp, çoğaltabiliyorum. İki durumun arasındaki fark inanılmaz. Herkes benden kaçıyordu, şimdi çok mutluyum ve yerimde duramıyorum” diye konuştu.

Günen, iradesi olan herkesin kolaylıkla kilo verebileceğini kaydederek, şunları söyledi:

“Stanford Üniversitesi 208 hasta üzerinde çalışma yapmış. İnsülin direnci az, orta ve yüksek olan 70'er kişilik 3 grubu 11 yıl takip etmiş. Direnci az olanlarda hiç kimse hastalanmamış. Orta olanlardan 11'i hastalanmış ve 2 kişi ölmüş. Çok olanların da 4'ü hayatını kaybetmiş. Yani bu işin temelinde insülin direncini yenmek yatıyor.”


http://www.hurriyet.com.tr/saglik/25041166.asp
 
Üst