2014 - Cuma Hutbeleri

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
Hutbelerin üzerine tıklayarak PDF formatında bilgisayarınıza indirebilirsiniz.

OCAK 2014



ŞUBAT 2014





MART 2014





NİSAN 2014






MAYIS 2014






HAZİRAN 2014





TEMMUZ 2014





AĞUSTOS 2014





EYLÜL 2014





EKİM 2014





KASIM 2014





ARALIK 2014



 
Son düzenleme:

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 21/02/2014

KALB-İ SELİM (I)
Değerli Müminler!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), tabîbü’l-kulûb idi. O, kalplerin tabibiydi. Onun mücadele ettiği insanların ise kalpleri perdeli, gönül haneleri kilitliydi; yürekleri taşlardan dahi daha sertti. Hastalıklı kalplere şifa sunan Allah Resûlü (s.a.s), sol göğsün altında atmakta olan kalbin insan için ne anlama geldiğini çok iyi bilirdi. Bu yüzden sevgili eşi Ümmü Seleme’ye, Allah Resulü’nün en çok hangi duayı ettiği sorulduğunda o, şöyle cevap vermişti: “Ey kalpleri bir halden bir hale çeviren (Allah’ım)! Kalbimi dinin üzere sabit eyle!” [1]
Kalpleri İmanla Şereflenmiş Aziz Müminler!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), Rabbinden ısrarla kalbini iman üzere sabit kılmasını dilemiştir. Çünkü kalp, yapısı itibariyle değişkendir; halden hale, renkten renge bürünebilmektedir. Allah Resulü’nün ifadesiyle kalp, çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan ve rüzgârla bir oraya bir buraya savrulan kuş tüyü gibidir.[2] Bu yüzden imana da küfre de meyledebilmektedir. Sevgi ve nefret, cesaret ve korkaklık aynı kalpte kendisine yer bulabilmektedir. İslam’dan önce isyanın, küfrün, şirkin yuvası olan kalpler, İslam’la tanıştıktan sonra hilmin, takvanın, muhabbetullahın hanesi olabilmektedir.
Bununla birlikte hidayete ermiş gönüller, günaha meylederek dalâlete düşebilmektedir. Zira her bir günah ile kalpte siyah bir nokta belirir. Kişinin söylediği her yalan, geride siyah bir leke bırakır.[3] Harama her tenezzül ile kin, nefret, kibir ve nifak ile kalpler biraz daha kararır. Bencillik, cimrilik, haset ve her bir kötülükle siyahlıklar daha da çoğalır. Nihayetinde insan, kalbindeki siyahlıklara alışır. Şeytan da sinsi telkinleriyle kişi ile kalbinin arasına girince, günahlar insana daha masum, daha sevimli hatta daha süslü görünür. Gözleri perdelenen, kalbi mühürlenen, karanlıklara alışan insanın gözü, yüreğindekileri göremez hale gelir. Kaskatı kesilen kalbiyle insan, yaptığı kötülüklerden rahatsız olmadığı gibi, kaçırdığı iyilikler için de pişmanlık duyamaz. Çünkü kalbindeki siyah noktalar, kişinin özünü, masumiyetini, insanlığını yutan kara delikler haline gelmiştir. Böyle insanların kalpleri Kur’ân’ın ifadesiyle, kördür,[4] kilitlidir,[5] mühürlüdür,[6] hastalıklıdır,[7] perdelidir[8] ve taşlardan bile daha serttir.[9]
Kalb-i Selim Sahibi Değerli Müminler!
Allah Resulü (s.a.s), kalplerdeki hastalıkların yanında, onların şifa kaynağına da işaret etmiştir. Buna göre eğer insan, kalbi kaskatı kesilmeden, gözlerine perdeler inmeden Rabbinin huzuruna vararak samimiyetle, ihlasla, kalbindeki lekelerden utanarak, günahlarının o ağır yükünü boynunda hissederek O’ndan af dilerse ve tekrar dönmemek üzere günahlarına tövbe ederse kendisini arındırmış olur. Zira kendisine iyilik ve kötülük ilham edilmiş olan insan,[10] hidâyete de dalâlete de meyyal bir yapıya sahiptir. Her insan günah işleyebilir ancak Peygamberimizin ifadesiyle, günah işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir. Hatta tövbe ederek kalbini temizleyen kişi, hiç günahı olmayan kimse gibidir.[11]
Allah Resûlü (s.a.s), tövbenin yanında yüreklerin saffetini korumaya dair bazı tavsiyelerde bulunmuş böylece ölü kalpler taşıyan insanları, Kalplerin Sahibi ile tanıştırmıştır. Bir defasında, Peygamberimizin torununu öpüp kokladığına şahit olan Akra‘ b. Habis bu durumu hayretle karşılayıp "Sizler çocuklarınızı öper misiniz, hâlbuki biz onları öpüp okşamayız." dediğinde Allah Resulü (s.a.s) ona, "Allah senin kalbinden merhameti çekip almışsa ben ne yapayım?" diyerek sitem etmiştir.[12] Kalbinin katılığından şikâyetçi olan birine, yüreğinin yumuşaması için fakirin ihtiyacını karşılamasını ve yetimin başını okşamasını tavsiye etmiştir.[13] Kendisine iyilik ve kötülüğün ne olduğunu soran Vabisa b. Ma’bed’in göğsüne mübarek elleri ile dokunarak kalbine danışmasını tavsiye etmiş ve safiyetini koruyan kalbin iyi ve kötüyü işaret eden bir pusula, bir mihenk noktası olduğunu ifade eden şu sözleri söylemiştir: "İyilik, kalbinin huzur bulduğu ve içine sinen şeydir. Kötülük ise insanlar ona onay verseler bile gönlünü huzursuz eden ve içinde bir kuşku bırakan şeydir."[14] Buna göre siyah lekelerle kararmamış, ferasetini kaybetmemiş, tövbelerle paslarından arındırılmış bir kalp, hakikatin aynası olabilmektedir.
Değerli Kardeşlerim!
O hâlde, bizler de Allah Resûlü’nün öğrettiği şekilde şuur, vicdan, idrak ve imanın merkezi, Rahmân’ın nazargâhı olan gönül hanelerimizi mamur kılalım. Kalplerimiz şefkat ve merhametle yumuşasın. Sevgi bağı ile birbirine bağlansın. Allah’ı anmakla huzur bulsun. Nasuh tövbelerle gönüllerimizi temizleyelim. Yetimlerin yüzlerine tebessümler kondurarak kara lekelerimizi silelim. Paylaşmanın sevinciyle kalplerimizi arındıralım. Çorak yüreklerimizi başkaları için döktüğümüz gözyaşlarımızla yeşertelim. Efendimizin sığındığı gibi Allah’tan korkmayan kalplerden Rabbimize sığınalım. Elinden, dilinden ve kalbinden selamette olunan insanlar olalım. Kalplerimizden kimseye zarar gelmeyeceğinden emin olalım. El, dil, kulak, göz ile birlikte kalplerimizde biriktirdiklerimizin de ortaya konacağı o günde huzura kalb-i selim[15] ile varalım.


[1] Tirmizî, Deavât, 89.

[2] İbn Hanbel, IV, 409.

[3] Muvatta, Kelam, 7.

[4] Hac, 22/46.

[5] Muhammed, 47/24.

[6] Casiye, 45/23.

[7] Hac, 22/53.

[8] Bakara, 2/88.

[9] Bakara, 2/74.

[10] Şems, 91/8.

[11] İbn Mace, Zühd, 30.

[12] Buhari, Edeb, 18.

[13] İbn Hanbel, II, 264.

[14] İbn Hanbel, IV, 227.

[15] Şuarâ, 26/88-89.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İMAN, ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMLILIK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sonra bir nesil geldi. Namazı zayi ettiler. Şehvet ve dünyevî tutkularının esiri oldular. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklar, ğayyâ’yı boylayacaklardır.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.”[2]
Kardeşlerim!
Din-i Mübin-i İslâm’ın en büyük gayesi yeryüzünde insanı özgür kılmaktır. İman, bizatihi özgürlüktür; Allah’tan başka hiçbir varlığa kul ve köle olmamaktır. İman, aynı zamanda nefsin hevâ ve heveslerine, istek ve arzularına, şehvet ve tutkularına teslim olmamaktır. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle hevâsını, nefsânî arzularını ilah edinmemektir.[3]Tıpkı Yusuf Peygamber gibi zindanlara atılmayı göze almak, fakat asla nefsin şehvet ve tutkularına esir olmamaktır. Onun kötülüğü emretmesine[4] imkân vermemektir. Nefsi Allah’ın razı olacağı özgür bir nefis kılmaktır. Onu terbiye ve tezkiye edip kurtuluşa ermektir[5]. Unutmayalım ki eğitilmeyen nefis ve iradeler, önce hevânın, arzu ve isteklerin, şeytanın, sonra da başkalarının esiri olmaya mahkûmdur. Her yanlış tutku ve bağımlılık, imanın insanda gerçekleştirmek istediği hedeflerden bizleri uzaklaştıracaktır.
Kardeşlerim!
Ne yazık ki bugün,nefislerin şımartıldığı, iştahların kabartıldığı, şehvetlerin kamçılandığı, doyumsuzluğun arttığı, hızın ve hazzın olabildiğince yaygınlaştığı bir zaman diliminde yaşıyoruz.Bunun içindir ki, çocuklarımızı, gençlerimizi, gelecek nesillerimizi hatta tüm insanlığı tehdit eden zararlı alışkanlıklar ve madde bağımlılıkları maalesef gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Taklit, özenti, arkadaş, çevre, merak, kişilik ve irade zafiyeti gibi sebeplerle nesiller, bu kötülüklerekolayca müptela olabiliyorlar.
Tutku ve bağımlılıklar saymakla bitmez. Sigara, alkol, uyuşturucu, kumar ve teknoloji bağımlılığı, bugün, insanlığı kuşatanbelli başlı zararlı alışkanlıklar arasındadır. Sigara bağımlılığı derken, dünyada her yıl6 milyon insanın, yani her 10 saniyede bir insanın ölümüne yol açan bir illetten söz ediyorum. Alkol bağımlılığı derken, dünyada her yıl 320.000 gencin, toplamda 2,5 milyon insanın ölümüne yol açan bir belâdan söz ediyorum. Alkol bağımlılığı derkendünyada cinayetlerin % 85’ine, tecavüzlerin % 50’sine, trafik kazalarının % 60’ına, şiddet olaylarının % 50’sine kadına karşı şiddetin % 70’ine neden olan bir marazdan söz ediyorum. Uyuşturucu bağımlılığı derken, gelecek nesillerimizi tehdit eden, kullanımı ilkokullar seviyesine kadar inmiş bulunan bir zehirden bahsediyorum. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı derken insanda düşünme kabiliyetini, akıl ve iradeyi işlemez hale getiren bir hastalıktan söz ediyorum. Kumar bağımlılığı derken, ömrü, sağlık, zekâ ve enerjiyi tüketen, mal ve serveti heder eden bir günahtan söz ediyorum. Talih ve şansa bağlı oyunlarla emek harcamaksızın, alın teri dökmeksizin, kolay ve haksız kazanç elde etmekten söz ediyorum.
Teknoloji bağımlılığı derken, televizyon, telefon, tablet ve bilgisayar karşısında ömür tüketmekten, asıl sorumluluklarımızı, kendimizi, ailemizi ve çocuklarımızı ihmal etmekten, işleri aksatmaktan, samimiyetten uzaklaşmaktan, yalnızlaşmaktan, kısacası hayattan kopmaktansöz ediyorum. Teknoloji bağımlılığı derken sanal ortamlarda işlenen cürüm ve günahlardan, haramlardan bahsediyorum.
Aziz Kardeşlerim!
Bütün bu bağımlılıklar her şeyden önce Rabbimizin bizlere bahşettiği akıl, irade, sağlık, zaman, mal ve servet gibi nimetlere karşı nankörlüktür, emanete ihanettir. Çoluk-çocuğumuzun nafakasını çöpe atmaktır, israftır. Eşlerimizin, çocuklarımızın, yakınlarımızın ve arkadaşlarımızın haklarını ihlal etmektir. Ailelerin parçalanma sebebidir. Çocukları sokağa ve suça teşvik etmektir. Aile içi şiddet, cinayet, zina, fuhuş, sahtekârlık, dolandırıcılık, hırsızlık ve zimmete para geçirme gibi suçların ve ahlaksızlıkların toplumda artma nedenidir. Üretim ve iş gücü kaybı gibi ekonomik sorunların, hak, hukuk ve güvenduygusunun zedelenmesigibi toplumsal sorunların ve huzursuzlukların sebebidir. Unutmayalım ki bütün bu bağımlılıklar,illegal yapıların daoluşma zeminidir.
Kardeşlerim!
Hem dinimizce yasaklanmış hem de her biri birer hastalık olan bu bağımlılık ve kötü alışkanlıklardan, çocuklarımızı ve gençlerimizi koruma hususunda temel görev, anne ve babalara, ailelere ve ilgili kurumlarımıza düşmektedir. Aileler olarak göz aydınlığımız olan yavrularımızı güzel yetiştirelim ki, onlar dinimizin güzellikleriyle buluşsunlar! İmanın ve gerçek özgürlüğün tadına varsınlar! Hiçbir zaman inançsızlık girdabına düşmesinler! Yüce ideallerin, büyük hedeflerin insanı olsunlar! Onlarla sağlıklı ve doğru bir iletişim kuralım ki, onlar hep iyilerle tanışıp onlarla arkadaşlık etsinler!Tutku ve bağımlılıkların tuzağına ve kötü yollara düşmesinler!Onlara güzel örnek olalım ki, onlar güzel ahlâk sahibisalih insanlar olsunlar! Daha yaşanılabilir bir dünya, daha güzel bir gelecek için, geliniz, hep birlikte el ele verelim!
Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bizlere öğrettiği bir dua ile bitirmek istiyorum:
“Allah'ım! Helâl olan nimetlerinle yetinmemi, haramlardan müstağni olmamı ihsan eyle!Fazlı kereminle beni senden başkasına muhtaç eyleme!”[6]


[1] Meryem 19/59.

[2]Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25.

[3]Câsiye, 45/23.

[4] Yusuf, 12/53.

[5] Şems, 91/9.

[6] Hâkim, De’avât, No:1973.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 07/03/2014

İMAN VE İSTİKAMET ÜZERE OLMAK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbimiz Allah’tır” deyip de istikamet üzere dosdoğru yolda yürüyenler için ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir. İşte onlar, cennet ehlidir. Amellerinin karşılığı olarak orada ebedî kalacaklardır.”
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’a iman ettim de! Sonra da dosdoğru ol!
Kardeşlerim!
Bu kutlu ifadeyi sahabeden Süfyan b. Abdullah es-Sakafi(r.a) naklediyor. Diyor ki: “Ya Resulallah! Bana İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki, senden sonra bu konuda hiç kimseye bir şey sormayayım.” Resulullah Efendimiz (s.a.s) buna az, öz ama kapsamlı bir cümleyle şöyle cevap veriyor: “Allah’a iman ettim de! Sonra da dosdoğru ol!”[ii]
Evet, kardeşlerim, Peygamber Efendimiz (s.a.s), bu sözünde İslâm’ı, kalbe ve hayata dair iki kavramla ifade ediyor: İman ve İstikamet… İman ettim diyerek dosdoğru yola çıkmak ve bu yoldan hiç sapmadan, savrulmadan cennetle, cemâlullahla müşerref olana kadar dosdoğru ilerlemek…
Aziz Kardeşlerim!
Her gün hernamazın her rekatındaokuduğumuz Fatiha suresinde, (اِيَّاكَنَعْبُدُوَاِيَّاكَنَسْتَع۪ينُۜ)“(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz” diyerektevhid inancımızı dile getiriyoruz. Sonra da(اِهْدِنَاالصِّرَاطَالْمُسْتَق۪يمَۙ)“Bize sırat-ı müstakimi göster, bizi dosdoğru yola ilet!” diye Rabbimize dua ve niyazda bulunuyoruz. Aynı surede sırat-ı müstakimin, dosdoğru yolun mahiyeti şöyle ifade edilir: (صِرَاطَالَّذ۪ينَاَنْعَمْتَعَلَيْهِمْۙ)“Nimetine erdirdiklerinin yoluna ilet!”Ve son olarak da,
(غَيْرِالْمَغْضُوبِعَلَيْهِمْوَلَاالضَّآلّ۪ينَ)“Gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” diyerek niyazımızı, yakarışımızı ifade ediyoruz.
Her gün okuduğumuz bu sureden öğrendiğimize göre sırat-ı müstakim, yeni bir yol değildir. Daha önce üzerinden gidilmiş, tecrübe edilmiş bir yoldur. Kimi o yolun hakkını vermiş nimete kavuşmuştur. Kimi o yoldan sapmış dalalete düşmüştür. Kimi de o yoldan çıkmış gazaba duçar olmuştur. Unutmayalım ki başka bir ayette Rabbimiz, nimete kavuşanların, sırat-ı müstakim üzere olanların peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olduğunu bildiriyor;Allah’a ve Resûlü’ne itaat edenlerin onlarla birlikte olacağı müjdesini veriyor.[iii]
Kardeşlerim!
Şu imtihan dünyasında istikamet sahibi olmakoldukça zordur. Nefis ve şeytan,heva ve hevesler, arzu ve istekler, menfaat ve ihtiraslar, bağımlılık ve tutkular, güç ve dünya tutkusu, sürekli iman ve istikametimize zarar veren, bizleri hidayetten dalalete sürükleyen unsurlardır. Bu sebeple imtihanı, ancak Rabbimizin lütuf ve inayetiyle,sadık iman, samimi niyet, sahih bilgi ve salih amellerle kazanabileceğimizi bilmeliyiz. Bunun için daima her türlü niyet, kalp ve düşüncelerimizde, her türlü dil, üslup, söz ve söylemlerimizde, her türlü iş, eylem, tutum ve davranışlarımızda doğruluk ve istikamet sahibi olup olmadığımızın muhasebesini yapmalıyız. Gerçekten bugün Müslümanlar olarak bizler “iman ve istikamet”noktasında nerede duruyoruz? Kur’an’ın yanında, Peygamberimizin tarafında mıyız? Hakkı istiyor,hakikati arıyor muyuz? Akıl ve irademizi hak ve hakikat yolunda kullanıyor muyuz? Her işimizin doğru, her sözümüzün hak olmasına özen gösteriyor muyuz?
Kıymetli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:“Kalp istikamet üzere olmadan kişinin imanı istikamet üzere olamaz. Dil istikamet üzere olmadan kişinin kalbi istikamet üzere olamaz. Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kişi de cennete giremez.”[iv]Buna göre kalp ve dil istikamet üzere olmadan iman istikamet bulamaz. Kişinin ahlakı doğruluk ve dürüstlük üzerine yönelmeden nefsi istikamet bulamaz. Hal ve hareketleri istikamet üzere olmayan kişinin bütün emekleri boşa gider. Ahlaki nitelikleri ve huyları istikamet üzere olmayan kişinin manevi gelişmesi mümkün değildir.
Kardeşlerim!
Ne mutlu istikamet üzere olanlara!Ne mutlu dosdoğru olanlara!
Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen veakl-ı selim sahiplerinin yaptığı bildirilen bir dua ile bitirmek istiyorum.
رَبَّنَالَاتُزِغْقُلُوبَنَابَعْدَاِذْهَدَيْتَنَاوَهَبْلَنَامِنْلَدُنْكَرَحْمَةًۚاِنَّكَاَنْتَالْوَهَّابُ
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma!Bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız Sensin.”[v]

Ahkaf 46/13-14.

[ii] Müslim, İman, 62.

[iii] Nisâ 4/69.

[iv]İbnHanbel, III, 199.

[v]Âl-i İmrân, 3/8.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : İSTANBUL
TARİH: 14.03.2014
بِسْــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
مِنَ الْمُؤْمِنيِنَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً
وقال النبى صلى الله عليه وسلم: مَامِنْ عَبْدٍ يَمُوتُ لَهُ عِنْدَ اللهِ خَيْرٌ يَسُرُّهُ اَنْ يَرْجِعَ اِلَى الدُّنْيَا وَاَنَّ لَهُ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا اِلاَّ الشَّهِيدَ لِمَايَرَى مِنْ فَضْلِ الشَّهَادَةِ فَاِنَّهُ يَسُرُّهُ اَنْ يَرْجِعَ اِلَى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ مَرَّةً اُخْرَى
ŞEHİTLİK VE ÇANAKKALE
Aziz Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz okuduğumuz ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”[1]
Okuduğumuz Hadis-i Şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Ölüp de Allah katında hayırlı bir mertebeye erişen kullar içinde, şehitten başka hiç kimse -kendisine içindekilerle birlikte dünya verilecek olsa bile- yeniden dünyaya gelmek istemez. Şehit, şehitliğin ne kadar üstün bir mertebe olduğunu gördüğü için, dünyaya dönüp bir kez daha şehit olmayı arzular”[2]
Muhtevasında şehitlik veya gazilik olan ve sadece Yaratanımıza verdiğimiz mukaddes bir “sözdür” rabbimizin övdüğü…
Peygamberimizin arzuladığı mutlu son… [3]
Mükâfatı dünya hayatında onur ve özgürlük, ahirette cennet olan bir vaat…
Tarih boyunca şanımıza şan katan ve bizi onurlandıran asil mücadele…
Kendimizi tanımlarken şehit oğlu, şehit yakını, şehit babası, şehit torunu ifadeleriyle gururla dile getirdiğimiz duygumuz…
Kardeşlerim!
Bu ay içerisinde Kahraman ecdadımızın, Çanakkale kitabında bedenleriyle yazdıkları destanı, bir kez daha kendimize, neslimize ve tüm dünyaya okuyacağız. Nasıl birlik olduğumuzu ve bir olunca da nasıl dirildiğimizi yattıkları vatan toprağına yazdılar. Renkleri farklıydı, ırkları, memleketleri farklıydı fakat hepsinin ortak ismi Mehmetçik idi. Kiminin daha sakalı çıkmamıştı, kiminin ağarmıştı, kiminin ise siyah idi fakat hepsi cepheye koşacak yaşta ve heyecandaydı. İki unvanları vardı; Ya şehit ya da gazi… Mehmetçikler Muhammed (s.a.s)’in sevdasında buluşmuşlardı. Hep beraber Kevser havuzunun başında onları bekleyen peygamberlerine ulaşmak için gelmişlerdi.
Aynı heyecan ve aynı aşkla Allah’u Ekber diye yürüyor; La ilahe illallah deyip ezanların susmadığı vatan topraklarına tertemiz yatıyorlardı. Vatana namahrem eli değmesin diye vücutlarını cephede siper ediyorlardı. En öldürücü silahları sinelerinde söndürüyorlardı.
Kardeşlerim!
Şu kutsal mabetlerde güven içinde ibadet etmeyi o kahramanlara borçluyuz. Onlar bizim dualarımızın ve sevaplarımızın ortağıdırlar. Kur’an’ın ifadesiyle ölü denilmeyecek bir makamda Rablerinin katında rızıklandırılmaktadırlar.[4] Cephede aldıkları yaralarını bir rütbe gibi taşımaktadırlar. Onlar sözlerini yerine getirip gerçekleştirenler; bizler ise bu vaat için bekleyenlerdeniz. Onlar bu vatan üzerinde beraber ve kardeşçe yaşamayı miras bırakanlar; bizler ise buna sahip çıkacak ve ebediyete taşıyacak emanetçileriz.
İşte bugün Çanakkale bize bunları hatırlatmaktadır. Çanakkale 14 asır yoğrulan kardeşlik hamurunun, şehitlik ile müşahhaslaştığı yerdir. Çanakkale İslam nuru karşısında bütün renklerin görünmez olduğu yerdir. Tarihimizin bu önemli ve onurlu hatırasının yıldönümü vesilesiyle, başta Çanakkale olmak üzere, mukaddesatı uğruna canını feda eden bütün şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Unutmayalım ki, ecdadın göğsünde muhkem bir kaleye dönüşen, bizi asırlarca bir ve beraber tutan iman gücü olduğu müddetçe, bize yönelen her türlü düşmanca planlar hezimete uğrayacaktır. Merhum Akif ne güzel dile getiriyor:
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.
Bu cephede, bu mübarek vatanın sinesinde hep beraber mutlu bir geleceğe yürüyeceğiz inşallah. Bize bu ülkeyi canlarını feda ederek miras bırakan ecdadımızın emanetini, aynı iman ve onurla çocuklarımıza ve geleceğe taşıyacağız. Ruhları şad olsun.


[1] Ahzab, 33/23

[2] Buhari, Cihad, 6

[3] Buhari, Cihad, 7

[4] Ali İmran, 3/169

Hazırlayan: Emir Faysal ARVAS
Redaksiyon: İst. Müftülüğü Hutbe Komisyonu
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH: 21/03/2014

İMTİHAN DÜNYASI
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle kurtulacaklarını mı sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Mümin, taze ekine benzer. Rüzgâr hangi taraftan eserse onu o tarafa yatırır (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin böyledir; o belâ ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz)…”[2]
Aziz Kardeşlerim!
Allah’ın Kitabına göre insanın yaratılış gayesi, varoluş sebeplerinden birisi yeryüzünde imtihan olmaktır. Buna göre bu dünya bir imtihan yeridir. Ölüm ve hayat, hangimizin daha güzel davranışlar sergileyeceğini sınamak için Rabbimiz tarafından yaratılmıştır.[3] Ömür dediğimiz sermaye, hayat dediğimiz zaman dilimi imtihan için tanınan süredir. İnsana verilen her türlü nimet, mal, mülk, evlat, makam, mevki birer imtihan vesilesidir. Aynı şekilde insanın karşısına çıkan her türlü sıkıntı, zorluk, acı ve musibet, birer imtihan vesilesidir. Ve bunun herhangi bir istisnası da yoktur.
Aziz Kardeşlerim!
Rabbimiz, en çok sevdiği kullarını en büyük musibetlerle imtihan etmiştir. Bu sebeple geçmişte en büyük sıkıntılarla imtihan edilen kişiler, O’nun en çok sevdiği kulları olan peygamberler olmuştur. Zira Rabbimiz, dostluğuna talip kullarını böyle çetin imtihanlara tabi tutar. Hz. Âdem ebedilik arzusuyla sınanmıştır, ölümsüz olma isteği Hz. Âdem’in imtihanıdır. Hz. İbrahim, Hz. İsmail’le sınanmıştır, evlat sevgisi, Hz. İbrahim’in imtihanıdır. Hz. İsmail, canıyla imtihan edilmiştir. Hz. Yakub, Hz. Yusuf’la sınanmıştır, Hz. Yusuf, Züleyha ile imtihan edilmiştir. Hz. Eyyüb taşları çatlatan bir sabır imtihanından geçmiştir. Teslimiyetin, sabrın, cesaretin, iffetin, Rabbimize karşı samimiyetin timsali olan peygamberler, kulluk sınavının en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Son peygamber, Hâtemü’l-Enbiyâ, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ise imtihanın her çeşidiyle sınanmıştır. Âlemlerin Efendisi, imtihanın ne demek olduğunu, bir beşerin tek başına musibetlerle nasıl mücadele edebildiğini örnek hayatıyla bizlere göstermiştir. Onun imtihanı, Mekke’de bir yetim olarak peygamberlik yükünü omuzlayabilmesiydi. Onun imtihanı, bir eline güneşi, diğerine ayı verseler dahi yolundan dönmemesiydi. Onun imtihanı, Taif’te taşlandığı halde dudaklarından muhataplarına rahmet dileyen dualar dökülmesiydi. Bedir’de bir avuç müminle müşrik ordusunun karşısına çıktığında mübarek ellerini açıp Rabbine “Allah’ım! Şu bir avuç İslâm toplumunu helâk edersen (korkarım) yeryüzünde sana ibadet eden kimse kalmayacak.”[4] diye seslenmesiydi. Açlık, yokluk, ihanet ve iftiralar, belini büken, taşımakta zorlandığı ağır yükler, neredeyse kendisini helak etmesine sebep olacak hassasiyetler… Nice mihnet ve külfetler her biri Nebî’nin omzundaydı. Ancak o, her belanın nimet, her nimetin bela olduğunun bilincinde olarak varlıkta da yoklukta da, sevinçte de hüzünde de hep Rabbinin yanındaydı. Ve yanında olmayı bizlere öğretti…
Aziz Müminler!
Peki, onun ümmeti olan bizler, biz ahir zaman Müslümanlarının imtihanları neler? Bizim imtihanımız Miraç günü Ebu Bekir olabilmekte gizli, yani Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e sıdk ile bağlanmak bizim imtihanımız. Bizim imtihanımız, içimizdeki sarp yokuşlarımızı aşabilmekte gizli, yetimi gözetip yoksulu doyurmak bizim imtihanımız. Bizim imtihanımız, vermeyen ellerimiz, kaçmayan uykularımız. Bizim imtihanımız sevmeyen yüreklerimiz, konuşmayan dillerimiz. Bizim imtihanımız varamadığımız secdeler, tutamadığımız oruçlar. Bizim imtihanımız malımızdan geçip de veremediğimiz zekâtlar, sadakalar… Bizim imtihanımız bencilliklerimiz, hırslarımız, ihtiraslarımız. Bizim imtihanımız, içerisine düşüp de bir türlü çıkamadığımız mal, mülk, makam, itibar, şan, şöhret kuyuları…
Aziz Kardeşlerim!
Şunu bilmeliyiz ki Rabbimiz, mümin kullarını kendilerine azap etmek için değil, ancak arınmaları için imtihan eder. Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta isyan etmemektir. Müminin görevi, nimetlere şükretmek, musibetlere sabretmektir. Marifet, acıyı bal eylemede, belayı lütuf bilmededir. Marifet, “kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilme olgunluğunu gösterebilmektedir.
Bu mübarek günde, şu mübarek mekânda tüm bu ibtilalardan, imtihanlardan Rabbimize sığınıyoruz. Bizleri aşamadığımız sarp yokuşlardan, çıkamadığımız kuyulardan, zindanlardan çıkar, aydınlığa kavuştur ya Rabbi! Bizleri alevlerden, yangınlardan, tufanlardan muhafaza eyle, nefislerimizi sen koru ya Rabbi! Gecelerimizi gündüze çevir, bizleri kirlerimizden arındır, taşıyamayacağımız yükleri yükleme ya Rabbi! İmtihanlarımızı verip, huzuruna hayırlı amellerle, yüzümüzün akıyla çıkmayı nasip eyle ya Rabbi!


[1] Ankebut 29/1-3.

[2] Buhârî, Tevhîd, 31.

[3] Mülk,67/ 2.

[4] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 8.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 
Son düzenleme:

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 28/03/2014


HÜRRİYET VE MESULİYET
Aziz Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s), Cahiliye karanlığındaki kalplere iman nurunu yerleştirmek için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bir yandan hâl ve hareketleriyle getirdiği hidayeti yaşayarak sunarken bir yandan da etkili ve üstün hitabetiyle ilâhî mesajı en hikmetli kelimelere döküyordu. Bir gün insan ve toplum için hayatî bir önem taşıyan “hürriyet ve mesuliyet” duygusunu ashâbına güzel bir benzetmeyle şöyle anlatıyordu: Toplumsal sorumluluğun ve bireysel hürriyetin sınırlarını belirleyen bu hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), çok beliğ bir üslupla yaşadığımız dünyayı bir gemiye, bütün insanları da bu gemide yol alan yolculara benzetir. Yolcular kendi içlerinde iki kısma ayrılır. Bir kısmı Allah’ın koymuş olduğu sınırları gözeten ilim, irfan, akıl ve erdem sahibi insanlar; diğer kısmı ise bu sınırları çiğneyen, heva ve arzularına esir düşmüş, hürriyeti başıboşluk ve sorumsuzluk olarak telakki eden, sonu hem kendisinin hem de insanlığın felaketi olacak bir hürriyet anlayışına sahip olan kimselerdir.
Gemi hareket etmeden önce bu iki grup insan kura ile gemide yolculuk yapacakları yerleri belirlemiş, birinciler üst kısımda, ikinciler ise alt kısımda yerlerini almışlardır. İlahî rotada seyreden gemi, tam denizin ortasına vardığında aşağıdakiler güya yukarıdakileri gidip rahatsız etmemek gibi masumane görünen bir bahaneyle su ihtiyaçlarını gidermek için geminin dibini delmek isterler.
İşte bu hâl karşısında yukarıdakiler bütün insanlığın ortak malı olan bu geminin delinip su almasına mani olmadıkları takdirde yukarıdakilerle aşağıdakiler hep birlikte helak olacaktır. Ancak önlerine durup hikmetli bir yolla engel oldukları zaman sadece kendileri değil aşağıdakiler de batmaktan kurtulacaklardır.[1]
Aziz Müminler!
Hürriyet ve mesuliyet, zıt gibi görünen ancak birbirinden asla ayrılmayan iki kavramdır. Fertler ve toplumlar, yaratıcılarına, üyesi oldukları insanlık âlemine, üzerinde yaşadıkları ve ortak olarak kullandıkları tabiata karşı görevlerini ifa ettikleri oranda hürdür.
Kıymetli Kardeşlerim!
Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?”[2] buyuruyor. İslam’a göre hürriyet, başıboşluk demek değildir. Sorumsuzluk demek hiç değildir. Hürriyet, kötülük yapma ve günahlara dalma özgürlüğü demek değildir. Hürriyet, insanın, sadece başkasının köleliğinden, sadece başkasının emir ve direktiflerine göre yaşamasından kurtulması demek de değildir. Hürriyet, Allah’tan başkasına boyun eğmemek, O’ndan gayrısına teslim olmamak anlamına gelir. İslâm’da hürriyetin çok geniş bir anlam dünyası vardır. Hatta İslam alimleri iffet, içtihat, sabır, hilm, af, cömertlik, kanaat ve takva gibi yüce hasletleri hep hürriyetin birer şubesi olarak değerlendirmişlerdir. Zira iffet, cinsel arzulara esir olmamaktır. İçtihat, tembellik ve rahata esir olmamaktır. Sabır, korku ve sıkıntıya esir olmamaktır. Hilm, öfkeye esir olmamaktır. Af, intikam duygusuna esir olmamaktır. Cömertlik ve kanaat, mal sevgisine ve paraya esir olmamaktır. Takva ise nefsin hevasına ve şeytana esir düşmemektir. İslâm’ın insana kazandırmak istediği hürriyet, en başta kendi hevâ, heves, tutku ve arzularına kul ve köle olmaktan kurtulması anlamındaki hürriyettir. Ahlâkî ve vicdanî hürriyettir. İrade hürriyetidir. İrade hürriyeti kazanılmadan diğer hürriyetler korunamaz.
Kardeşlerim!
Günümüzde birçok hata, hürriyet kavramının yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Zira çoğu kimseye göre hürriyet, kişinin her yapmak istediğine sahip olmasıdır. Ancak unutmayalım ki böyle bir anlayış hem kişiyi hem de toplumu esarete ve felakete sürükler.
Kitle iletişim araçlarıyla dünyamızın küçüldüğü, geminin dibini delmek isteyenlerin çoğaldığı, teknik imkânları kullanıp tabiatın ekolojik dengesini dahi bozacak kadar ileri gittikleri günümüzde insanlık, Kur’an-ı Kerim’in ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in özgürlük ve sorumluk konusundaki mesajlarına her zamankinden daha fazla muhtaçtır.
Aziz Kardeşlerim!
Hepimiz, Rabbimizin bize emanet ettiği ortak gemide ebediyete doğru seyrüsefer halindeyiz. Rabbimiz, can emanetini sahibine teslim edinceye kadar bu gemiyi delmeden ve deldirmeden, sahil-i selâmete erebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin!


[1] Buhârî, Şirket, 6.

[2] Kıyâme, 75/36.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 04/04/2014

DOĞRULUK VE SADAKA
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere doğruluk, dürüstlük ve sıdk ile girmemi sağla; çıkacağım yerden de doğruluk, dürüstlük ve sıdk ile çıkmamı sağla. Bana yüce katından tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ihsan eyle!”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Doğruluktan ayrılmayın, zira doğruluk sizi iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi sürekli doğru söyler ve doğrunun peşinde olursa Allah katında doğrulardan yazılır. Yalandan kaçının, zira yalan sizi kötülüklere götürür. Kişi sürekli yalan söyler, yalanın peşinde olursa Allah katında yalancılardan olduğu yazılır.”[SUP][SUP][2][/SUP][/SUP]
Kardeşlerim!
Hz. Ebu Bekir’den gelen bir rivayete göre Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu sözü son vasiyetleri arasında zikretmiştir. Başka bir hadisinde, “Her kim Allah ve Rasulü’nün kendisini sevmesini istiyorsa sözünde doğru olsun.” buyurmuştur. Efendimiz (s.a.s) başka bir hadislerinde, cennete götüren hasletleri sayarken doğru sözlülüğü en başta zikretmiştir. Aynı şekilde Hz. Âişe validemiz, doğru sözlü olmayı İslam’ın on büyük erdeminin başında saymıştır. “Tehlike bile görseniz doğruluktan ayrılmayın. Zira kurtuluş doğruluktadır. Kurtuluş dahi görseniz yalandan kaçının. Zira asıl tehlike yalandadır.” sözü de hadis olarak nakledilen bir rivayettir.[SUP][SUP][3][/SUP][/SUP]
Değerli Müminler!
Ahlaki bütün sistemlerin ahlaklı ve erdemli bir hayat için şart koştukları en büyük ilke şüphesiz doğruluktur. Doğruluk sadece söze özgü ve sözden beklenen bir ilke olmadığı gibi aynı şekilde doğrunun zıddı olan yalan da sadece sözle ilintili değildir. Susarak yalan üzere hayat sürenler, yalan söz söyleyenlerden hep fazla olmuştur. Eski dilimizde buna “samt-ı kâzib” denmiştir. Gerçek anlamda sıdk ve doğruluk; hakikat anlamında doğru olanı tasdik etmek; tasdik ettiğimiz hakikate uygun doğru söz söylemek ve verdiğimiz sözde durmak; söylediğimiz doğru söze uygun davranışta bulunmaktır. Şayet doğruluğu sözün sıfatı olarak alacak olursak sözün, hem insanın iç dünyasına, inancına ve düşüncesine hem de iş ve davranışlarına uygun olması demektir.
Aziz Kardeşlerim!
Kur’an dilinde, kalbinde tasdik ettiği inancına uygun davranan ve düşüncelerinin doğruluğunu iyi ve güzel davranışlarıyla ortaya koyan kimseye sadık denmiştir. Bakara suresi 177. ayette, iyilik ve doğruluk arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve Allah’a iman, ahirete iman, namaz ve zekâtın yanı sıra yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenmek durumunda kalanlara, özgürlüğünü kaybetmiş olanlara çok sevdiğimiz mallarımızdan tasadduk etmek, verdiğimiz sözde durmak, zorluk ve sıkıntılara sabretmek sadıkların özellikleri olarak zikredilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in hadisleri incelendiğinde Efendimizin, doğruluğun davranış boyutuna da “sadaka” adını verdiğini görürüz. “Sadaka” kavramı sadece dilimize geçerken değil, klasik ve çağdaş Arap dilinde de anlam daralmasına uğramış ve karşılıksız olarak fakirin eline verdiğimiz yardımın adı olmuştur. Oysa İslâm âlimleri sadakayı şöyle tarif etmiştir: “Sadaka, imanın sadakatini ortaya koyan her davranıştır.” “Doğruluğun davranışla aranmasıdır; doğruluğu davranışla arama teşebbüsüdür.” Buna göre insanın özünde ve sözünde doğru olduğunu ifade eden her davranış “sadaka” dır. Tıpkı insanın aklında ve düşüncesinde var olan güzelliği yansıtan davranışlara hasene ve hasenât denildiği gibi.
Aziz Kardeşlerim!
Şimdi geliniz, hep birlikte “sadaka” olarak adlandırılan davranışları Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinden dinleyelim. “Güzel söz sadakadır.”[SUP][SUP][4][/SUP][/SUP]; “Yumuşak söz sadakadır.”[SUP][SUP][5][/SUP][/SUP]; “Kardeşinin yüzüne tebessüm etmen sadakadır.”[SUP][SUP][6][/SUP][/SUP]; “Allah’ın kullarına selam vermen sadakadır.”[SUP][SUP][7][/SUP][/SUP]; “İnsanlara yol göstermen sadakadır.”; “Yolunu kaybedene yol göstermeniz sadakadır.”[SUP][SUP][8][/SUP][/SUP]; “Yolda insanlara eziyet veren bir şeyi kaldırıp atman sadakadır.”[SUP][SUP][9][/SUP][/SUP]; “Bir kimsenin bineğine binmesi için yardımcı olman sadakadır.”; “Bir kimsenin yükünü yüklemesi için yardımcı olman sadakadır.”[SUP][SUP][10][/SUP][/SUP]; “Doldurduğun kovayı kardeşinin boş kovasına boşaltman sadakadır.”[SUP][SUP][11][/SUP][/SUP]; “Zayıf bir kimseye gücünle yardımcı olman sadakadır.”; “Sanat ehline yardımcı olmanız sadakadır.”; “İki kişinin arasını bulman, iki kişinin arasında adaletle hükmetmen sadakadır.”[SUP][SUP][12][/SUP][/SUP]; “Konuşma özürlü bir insanın kendisini ifade etmesine yardımcı olman sadakadır.”; “Hastaları ziyaret etmeniz sadakadır.”; “Toprağa diktiğiniz her bitki, her ağaç sizin için sadakadır.”; “İnsanın veya hayvanların ondan yedikleri sizin için sadakadır.”; “İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır.”; “Çocuklarınıza yedirdiğiniz sadakadır.”; “Eşinize yedirdiğiniz sadakadır.”; “Yanınızda çalışanlara yedirdiğiniz sadakadır.”[SUP][SUP][13][/SUP][/SUP]; “Kişinin kendi ailesi için nafaka temin etmesi sadakadır.”[SUP][SUP][14][/SUP][/SUP]; “En üstün sadaka kişinin ilim öğrenmesi ve öğrendiği ilmi Müslüman kardeşine de öğretmesidir.”[SUP][SUP][15][/SUP][/SUP]; “Cenazelere katılmanız sadakadır.”; “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker sadakadır.”[SUP][SUP][16][/SUP][/SUP]; “Namaza attığınız her adım sadakadır.”[SUP][SUP][17][/SUP][/SUP]; “Allah’a hamdetmeniz sadakadır.”[SUP][SUP][18][/SUP][/SUP]; “Allah’ı tesbih edişiniz sadakadır.”[SUP][SUP][19][/SUP][/SUP]; “Allah’ı tekbir edişiniz sadakadır.”[SUP][SUP][20][/SUP][/SUP]; “Şerden uzak olmanız sadakadır.”; “Maruf olan her şey sadakadır.”[SUP][SUP][21][/SUP][/SUP]
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki sadaka, kişinin Rabbine, kendine ve bütün insanlara karşı sadakatini gösteren her davranıştır. Yani sadaka, sıdk üzere olan sadıkların davranışıdır.
Ne mutlu dürüst ve sadık olanlara!
Ne mutlu dosdoğru ve sıddık olanlara!


[1] İsra 17/80.

[2] Müslim, Birr ve Sıla, 105.

[3] Abdullâh b. Muhammed, Mekârimu’l-Ahlâk, I, 46.

[4] Ahmed b. Hanbel, II, 312.

[5] Buhârî, Edeb, 34.

[6] Tirmizi, Birr ve Sıla, 36.

[7] Buhârî, Sulh, 11.

[8] Ahmed b. Hanbel, II, 42, 154.

[9] Buhârî, Mezâlim, 34.

[10] Ahmed b. Hanbel, II, 316, 350.

[11] Tirmizî, Birr, 36.

[12] Buhârî, Sulh, 11.

[13] Ahmed b. Hanbel, IV, 121; V, 154; VI, 362.

[14] Buhârî, Îmân, 41.

[15] İbn Mâce, İbn Mâce, Sunne, 20.

[16] Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12.

[17] Buhârî, Cihâd, 62.

[18] Müslim, Musâfirîn, 84.

[19] Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12.

[20] Ahmed b. Hanbel, V, 167.

[21] İbn Ebî’d-Dünyâ, Kitâbu’l-Havâric, s. 21, 179.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 11/04/2014

Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Andolsun ki Allah, müminlere kendi içlerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. O peygamber ki, onlara Allah’ın ayetlerini okur, onları arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir dalalet içinde bulunuyorlardı.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Allah Rasulü (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Benimle ümmetimin durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup engellemeye çalışıyorum.”[2]
Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bir kutlu doğumunu daha idrak ediyoruz. Bu vesileyle Peygamberler zincirinin son halkası, hâtemü’l-enbiya Ahmed-i Mahmud Muhammed Mustafa’ya, onun ehl-i beytine ve ashabına salât ve selâm olsun!
Rahmet Peygamberi (s.a.s), insanlık değerlerinin aşındığı bir zaman aralığında yeryüzünü şereflendirdi. Hayatın anlamının hızla kaybolmaya başladığı bir asırda dünyamızı anlamlandırdı. Fıtratın bozulmaya yüz tuttuğu, kula kulluğun sınır tanımadığı, cehaletin kol gezdiği bir çağda insanlığı hak, hakikat, adalet, fazilet ve yüksek ahlaki değerlerle buluşturdu. Peygamberimiz, rahmet çağrısıyla tarihin akışını değiştirdi. İnsanlığın kalbini ve aklını aydınlattı. Kur’an-ı Kerim’i beyan etti. İlahi mesajı, yaşayan bir hayata dönüştürdü. Rabbimizin varlığını, birliğini ve ebediyet ülkesine seyahatimizi öğretti. Hayatı ve ahlakıyla çağlar üstü örnek oldu. Efendimiz, bütün zamanlarda aklın, ilmin, ahlâkın, sabır ve vefanın, sadakat ve samimiyetin, güçlü iken müşfik olmanın, haklı iken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı gür sedanın, akıl ve imanın önündeki engellere karşı yüreğini ortaya koymanın adı oldu. Tüm insanlığa, gecesi gündüz gibi apaydınlık bir yol bıraktı. Onun hikmetli sözleri, örnek davranışları sünnet oldu, hadis oldu, insanlığa yol gösterdi. İnsanlık gerçek medeniyeti onunla tanıdı. Müslümanların ürettiği yüksek kültür ve medeniyet, hep onun öğretileri üzerinde yükseldi.
Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in Mekke’de yaktığı İslâm meşalesi tutuşup öyle büyüdü ki tüm zamanları aydınlattı. İman, teslimiyet, sadakat ve samimiyetle atılan tohumlar yeşerdi, filizlendi, büyüdü. Bütün çağlarda meyvelerini verdi. İmanla tutuşan gönüller birbirlerine ısındı. Irk, renk, dil, bölge ve coğrafya farkları gibi engeller bir bir aşıldı. Müslümanlar kardeş oldular, tek vücut oldular. Aynı bütünün parçaları, aynı binanın tuğlaları, aynı “Bir”in yansımaları, tevhid ile gelen vahdetin temsilcileri oldular. Aynı inanca bağlı bir ümmet olmanın huzur ve mutluluğunu yaşadılar. Namazda kıbleye dönerken, Kâbe’de tavaf ederken, Arafat’ta vakfeye dururken ümmet olmanın, bir ve beraber olmanın en güzel örneklerini sergilediler.


Kardeşlerim!
Ancak bugün içinde yaşadığımız çağın, doğumunu kutladığımız Sevgili Peygamberimizin örnekliğine, önderliğine ve rehberliğine her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Bugün onu okumaya, onu anlamaya, dahası yaşamaya ihtiyacımız var. Onu tanımanın, onu sevmenin sağlayacağı güven ortamına ihtiyacımız var…
Bugün Peygamberimizin dünyaya gelişini, yetim ve öksüz kalışını, çocukluğunu ve çocuklarla ilişkilerini yeniden öğrenmeye ihtiyacımız var. Bugün bir kez daha Rahmet Peygamberinin nezih gençliğini, gençlerle iletişimini, gençliğinde haksızlıklarla nasıl mücadele ettiğini bilmeye ihtiyacımız var. Bugün her zamankinden daha çok Peygamberimizin Hz. Hatice validemizle dostluk ve arkadaşlık üzere bina ettiği; vefatından sonra Hz. Aişe validemizle sevgi, ilgi, bilgi ve hikmet üzere inşa ettiği aile yapısını keşfetmeye ve iliklerimize kadar yaşamaya ihtiyacımız var. Bugün bir kez daha onun cahiliye toplumu ile mücadelesini, Medine’yi arayışını, Habeşistan hicretlerini, Akabe görüşmelerini, Taif’te taşlanışını ve yaralar içinde iken “Allah’ım, onlara merhamet et, çünkü onlar bilmiyorlar” deyişini hatırlamaya ihtiyacımız var. Medine’ye hicretini, mescidi inşasını, Evs ve Hazrec’in yıllar yılı süren kavgalarına son verişini, Ensar ve Muhaciri kardeş kılışını, ashab-ı suffayı anlamaya ihtiyacımız var. Bugün bir kez daha onun, toplumu gergef gergef ören samimi ve dürüst ilişkilerini öğrenmeye ihtiyacımız var. Onun eğitiminden geçen, her biri birer yıldız ve insanlığı aydınlatan birer meşale olan ashabını tanımaya ihtiyacımız var. Hz. Ebubekir’in dostluğunu ve sadakatini; Hz. Ömer’in, hikmet ve adaletini; Hz. Osman’ın iffet ve hayâsını; Hz. Ali’nin ilim ve cesaretini günümüze taşımaya ihtiyacımız var. Bugün bir kez daha onun “Yetime sahip çıkan, cennette benimle yan yana olacaktır” “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” “Yanınızda çalışanlar sizin kardeşlerinizdir; yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin; emeklerinin hakkını alın terleri kurumadan verin” çağrılarına yeniden kulak vermeye ihtiyacımız var.
Kardeşlerim!
Her biri bir destan olan Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve Tebük’ü okuyup anlamaya ihtiyacımız var. Yahudileri de içine alan Medine Sözleşmesini, Necranlı Hristiyanlara Mescid-i Nebevi’yi ibadet mekânı olarak tahsis edişini, Hudeybiye’de sulh için gösterdiği çabayı, Mekke’nin fethinde Ebu Süfyan’ı, Hind’i ve amcası Hz. Hamza’nın katili Vahşi de dâhil insanları affedişini; Huneyn’de aldığı ganimetleri fakirlere dağıtışını, Veda Haccını, insanlık tarihine altın harflerle yazılan Veda Hutbesini; “İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır.” deyişini, “Kadınlara hayırla muamele edin, onların sizin üzerinizde hakları vardır.” diye haykırışını, “En Yüce Dost’a gidiyorum.” diyerek dünyaya veda edişini ve nihayet “Gözümün nuru namazı bırakmayın.” deyişini hatırlamaya ve anlamaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Aziz Kardeşlerim!
Sizler, Peygamberimiz (s.a.s)’in gönlünden hiç eksik olmadınız. O, sizlerden hep “kardeşlerim” diye söz etti. Rabbimden niyazım odur ki, sizlerin gönlünden de Peygamberimiz hiçbir zaman eksik olmasın! Onun kutlu doğumunun ülkemiz, milletimiz, âlem-i İslâm ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Muhterem Müminler!
İstanbul Müftülüğü 2014 “Kutlu Doğum Haftası” açılış program coşkulu bir katılımla Bakırköy Sinan Erdem Spor Salonunda 13 Nisan 2014 Pazar günü saat 14.00’da yapılacaktır. “Hz. Peygamber, Din ve Samimiyet” konulu bu programa tüm istanbullular davetlidir.


[1] Âl-i İmrân, 3/164.

[2] Müslim, Fedâil, 17.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ: GENEL
TARİH: 18.04.2014

KULLUK SINAVIMIZ: İHLAS VE SAMİMİYET
Aziz kardeşlerim,
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emredildi ve ben Müslümanların ilkiyim.”
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Allah, ancak ihlas ve samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.”[ii]
Kardeşlerim,
Şu dünya hayatında hepimiz her gün imanımızla, ibadetimizle, amelimizle, sözümüzle, işimizle, yapıp ettiklerimizle hâsılı her hâlimizle ihlas ve samimiyet sınavına tabi tutulmaktayız.
Kalplerine hakiki imanı, Allah ve peygamber sevgisini yerleştirebilen, gönül Kâbe’sindeki putları kırabilen, iman ve istikamet sahibi, imanlarının gereği gibi yaşayabilen kullar, ihlas sahibi kullardır. Ancak böyle iman sahipleri, yüce davaların insanı olabilirler. Kazancını ve lokmasını, harama bulaşmadan helal yollardan sağlayabilen kullar, ihlaslı kullardır. Ancak böyle kullar, iman ve ibadetlerinden manevi lezzet duyabilir ve gönül huzurunu yakalayabilirler. Abdestini, adabınca alanlar, manevi kirlerden arınıp korunabilirler. Namazlarını, tadil-i erkâna uygun bir şekilde, huşu ve hudu duyarak kılan kimseler ihlaslı kullar olurlar, miracı yaşarlar. Ancak böyle bir namaz, kişiyi her türlü fuhşiyâttan ve kötülükten engelleyebilir. Zekât, fitre ve sadakasını riya ve gösterişten uzak olarak gerçek hak ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilenler ihlas sahibidirler. Ancak böyle bir dayanışma şuuru, İslâm toplumlarında sosyal adaleti sağlayabilir. Sadece midesine değil tüm azalarına oruç tutturabilen, iradesini ve nefsini terbiye edebilenler ihlaslı olurlar. Ancak böyle bir ibadet şuuru, insanları güzel ahlaklı kılabilir. Hac ve umre ibadetini, turistik bir seyahate dönüştürmeden, nefsini anasından doğduğu gün gibi tertemiz yapıp arındırmak niyetiyle eda edenler ihlaslı olurlar. Kurban ibadetini takvaya uygun bir şekilde ifa eden kimseler ancak Allah’a yaklaşabilir. Zikir ve tesbihatını, dil ucuyla değil, kalbine indirerek gönülden yapabilenler ihlaslı olurlar. Dua ve niyazını, tövbe ve istiğfarını, günahları terk edip seher gibi bereketli vakitlerde içten ve samimi bir şekilde gözyaşı dökerek yalnız Allah için yapabilenler ihlas sahibi kullardır.
Aziz Kardeşlerim,
Kalbin ameli olan niyetlerimiz, ihlasla buluşmadan asla kurtuluşa eremeyiz. Kalbimizi ve nefsimizi riyadan, nifaktan, ikiyüzlülükten, gösterişten, ucubdan, sümadan, kibirden, kendini beğenmişlikten, yalandan, iftiradan, hasetten, bencillikten, gıybetten, kinden, öfkeden, nefretten arındırmadıkça ihlasa eremeyiz. İbadet ve kulluğu dünyanın mihveri yapmadıkça; her ibadete sevap, her başarıya takdir, her iyiliğe teşekkür bekleyip gönlümüzü dünyaya ve dünyalıklara, makam ve mevkilere, çıkar ve menfaatlere bağladığımız müddetçe ihlas ve samimiyete kavuşamayız. Unutmayalım ki dünyevileşme hastalığı insanda ne ihlas bırakır ne de samimiyet! Ne Allah rızası bırakır, ne de Allah’ın rızasını! İhlastan uzak amellerin dışı süslüdür, fakat içi boştur. İhlas ve samimiyetten uzak toplumlar, güvensizliğin hâkim olduğu; suç ve günahların, aldatma ve aldanmanın en çok olduğu toplumlardır.
Kardeşlerim,
Bizler, ancak bıçak kemiğe dayandığında, gemi dalgalarla boğuştuğunda, uçak türbülansa girdiğinde, ateş komşudan geçip bizim bacayı sardığında Rabbimizi hatırlıyoruz. O zaman ihlas kıvamında Rabbimize yalvarıyoruz. Sözler verip, adaklar sıralıyoruz. Fakat bu haller geçtiğinde verdiğimiz bütün sözleri hemen unutuveriyoruz. Oysa bilelim ki Allah katında amellerin az veya çok olması değil, sürekli ve ihlâsla yapılmış olması değerlidir. Ve yine bilelim ki Allah’ın azabından yalnızca ihlaslı kulları kurtulabilecektir. Ahirette kullara amellerinin karşılığı verildiği zaman riyakârlara şöyle seslenilecektir: ‘Dünyada kendilerine riyakârlık yaptıklarınızın yanına gidin! Bakın acaba onların yanında bir mükâfat ya da hayır görebilecek misiniz?’
Aziz Kardeşlerim,
Öyleyse gelin, can u gönülden Rabbimize iltica edelim. Rabbimizden sadece O’nu isteyelim. Yalnızca O’nun sevgisini, O’nun hoşnutluğunu talep edelim. Allah’ın sevgisini ve rızasını her şeyin üstünde tutalım. İbadet ve amellerimizi dünyevi bir çıkar beklemeksizin sırf Allah için yapalım ki kalplerimiz, kötü duygulardan uzaklaşsın! İbadet ve amellerimizin karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyelim ki geçmiş günahlarımız bağışlansın! Göründüğümüz gibi olalım, olduğumuz gibi görünelim ki doğruluk ve dürüstlüğün sırrına mazhar olalım! İyiliklerimizi “İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” düsturunca yapalım ki ihlasa erelim! Riya ve gösterişin her türlüsünden uzak duralım ki kalplerimize hiçbir zaman gizli şirk bulaşmasın! Ve Rabbimizden daima dereceyle ölçülemeyecek bir aşk, terazide tartılamayacak bir ihlas ve vuslatına eriştirecek bir iman dileyelim! Dileyelim ki Allah’ın hoşnutluğunun ışıltısı yüzümüzü kaplasın; secdelerin nuru alnımızda parıldasın! Simalarımız, Yaradanımızı hatırlatsın! İçimiz, dışımız; özümüz, sözümüz bir olsun! Halkın yüzünde Hakk’ın tecellilerini seyredelim! Varlığı Allah için sevelim! Ne incitelim, ne incinelim! Cümle ettiklerimize, hulus-i kalp ile “estağfirullah” diyelim!


En’am, 162-163.

[ii] Nesâî, Cihâd, 24.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst