2014 - Cuma Hutbeleri

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ: GENEL
TARİH: 25/07/2014


RAMAZAN MUHASEBESİ
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”[1]
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de “Allah katında amellerin en makbulü hangisidir? sorusuna “Az da olsa devamlı olandır” cevabını vermiştir.[2]
Kardeşlerim!
Bundan tam 28 gün önce hepimiz, Ramazan-ı şerifin gelmesiyle heyecanlanmış, onu neşe ile karşılamıştık. Oruca, iftara, sahura, teravihe, mukabeleye kavuşmanın tarifsiz sevincine gark olmuştuk. Bugünlerde ise o bereketli misafirden ayrılık vaktimizin yaklaşması, kalplerimizi mahzun bırakıyor. On bir ay beklediğimiz misafiri uğurladığımız bu günlerde yüreklerimize ayrılık acısı düştü. Ancak bayrama ermenin sevinciyle de teselli buluyoruz.
Bu düşünce ve hissiyat içinde olduğumuz Ramazan ayının şu son günlerinde gelin hep birlikte kendimizi bir muhasebeden geçirelim:
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in beyanı ile evveli rahmet olan bu ayda, rahmet-i Rahmana vesile olacak, kalplerimizi merhamet-i ilahi ile buluşturacak salih ameller işleyebildik mi? Açın halinden anlayıp, karnını doyurabildik mi? Yetimin başını okşayıp, dertliye derman olmak için koşabildik mi? Yalnızlığın girdabına düşmüş, kendinden ve insanlıktan ümidini kesmiş kimsesizlere kimse olabildik mi?
Ortası mağfiret olan bu ayda, en halis tövbe ve istiğfarlarla “Tevvab, Gaffar, Settar” olanın dergâhına iltica eyleyebildik mi? Günahlarla, isyanlarla kirlenen ellerimizi, dillerimizi, gözlerimizi ve gönüllerimizi Allah’ın af ve mağfiretiyle yıkayabildik mi? Affedenlerin affolunacağının idraki ile küslükleri bitirip, dargınlıklara son verebildik mi? Sonu cehennem azabından kurtuluş olan bu ayda, cehalet ateşini; ilim ve hikmet, düşmanlık ateşini; kardeşlik ve muhabbet, zulmet ateşini; adalet ve merhametle söndürmek için can-ı gönülden çaba ve gayret gösterebildik mi? Hayatımız adına Rabbimizi hoşnut edecek, Resulullah ile biatimizi perçinleyecek, bizi cehennemden azat edip, cennete eriştirecek bir kararlılığı ortaya koyabildik mi? Ramazan ayını değerli kılan Kur’an-ı Kerim’e hak ettiği değeri verebildik mi? Cahiliyye çağının karanlıklarını ilim ve irfanla aydınlatan bu Kitabın bizim de yolumuzu aydınlatmasına izin verdik mi?
Kardeşlerim!
Üzülerek ifade edelim ki; hükmü kıyamete dek baki kalacak Yüce Kitap’la aramızdaki bağımız gün geçtikçe zayıfladı. Kur’an’ın yasakladığı birçok husus Müslümanlardan da sadır olmaya başladı. Kibir, gösteriş, israf, yalancılık, tembellik, bencillik, haksızlık, bozgunculuk, ihanet, cana kıyma ve diğerleri…
Üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu söylememize rağmen mal ve mülkü, şan ve şöhreti, makam ve mevkii övünç vesilesi yapıp kibre kapıldık. İbadetlerimize riya bulaştırdık. Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya muhtaç insanlar varken Allah’ın bize bahşettiği nimetleri hoyratça kullandık. Bencilliğimizin esiri olduk. Hak ve hukuka riayet yalnızca dilimizde kaldı. Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmeye bedel olduğunu bildiğimiz halde kan dökmekten kaçınmadık. Kısaca Allah nezdinde bizatihi kıymetli olan insanın kadrini bilemez hale geldik.
Kardeşlerim!
İşte, Ramazan unuttuğumuz bütün Kur’anî değerleri bizlere yeniden hatırlattı. Öyleyse geliniz! Hitama ermek üzere olan Ramazan ayını, yeniden kavuşabilmek arzusuyla uğurlarken, Ramazanın manevi ikliminin bize kazandırdığı tüm bu değerlerimizi muhafaza edelim. Zira toprağın suya ihtiyacı misali bizim de Kur’an’ın değerlerine ihtiyacımız var. Kararmaya yüz tutan kalplerimizi onunla huzura kavuşturalım. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bize bıraktığı sorumluluğu ağır olan bu emanete sımsıkı sarılalım. Onu bir kenara itmek yerine hayatımızın merkezine alalım. Onun rehberliğinden bir an olsun ayrılmayalım. Rabbimizin “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın.”[3] emrine kulak verelim. Hakikatin bizzat kendisi, insanlığın kurtuluş vesilesi olan ve bize bizi en iyi şekilde anlatan Kitabımızla kendimizi yeniden inşa edip hayat bulalım.
Geliniz! Cennete giden yolumuzda önümüze çıkan sarp yokuşları aşabilmek için maddi, manevi her çeşit tutsaklıktan kardeşlerimizi kurtarmaya, yetime kucak açmaya, yoksulu doyurmaya gayret edelim.
Değerli Kardeşlerim!
Bu mübarek günler, Efendimizin cömertliğinin esen rüzgârları kıskandıracak derecede zirveye çıktığı günlerdir. Öyleyse bizler de bu günlerde malın haramdan, gönlün mal tutkusundan arındırılması olan zekâtlarımızı, var oluşumuzun sadakası olan fitrelerimizi, sadakatimizin göstergesi olan sadakalarımızı Rabbimizin muhabbetini kazanmak ve O’na yaklaşmak iştiyakıyla verelim. Arınma ve yücelme vesilesi olan Sadaka-i fıtırlarımızın, Bayram namazına kadar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasının vacip olduğunu unutmayalım. Bilelim ki sadakalarımız, kıyamet günü altında serinleyeceğimiz gölgeliklerimiz olacaktır.[4]
Kıymetli Kardeşlerim!
Bir taraftan arınmış, korunmuş, bol ecir kazanmış olma ümidi, diğer taraftan bir sonraki Ramazan’a yetişememe endişesi ile elvada şehr-i Ramazan nağmeleriyle uğurladığımız Ramazan’da kazandıklarımızı koruyalım.
Ya Rab! Bu günler hürmetine, İslam coğrafyasında akan kan ve gözyaşının durmasını, bütün kardeşlerimizin bayrama huzur ve güven içerisinde ulaşmasını naip eyle.
“Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde ibadet etmek için bize yardım eyle”[5]
“Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de affeyle”[6]


[1] İnşirah, 94/7-8.

[2] Müslim, Salâtü’l Müsafîrîn, 216.

[3] Bakara, 2/277.

[4] İbn-i Hanbel, IV, 233.

[5] Ebû Dâvûd, Vitir, 26.

[6] Tirmizî, Deavât, 85.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 08.08.2014


SADIK İMAN, SAMİMİ NİYET, SALİH AMEL
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Erkek veya kadın, kim mü'min olarak salih amel işlerse, elbette ona çok güzel bir hayat yaşatacağız ve onların mükafatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o salih yani iyi ve düzgün olursa bütün vücut salih yani iyi ve düzgün olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”[2]
Aziz Kardeşlerim!
Yüce dinimiz İslam, her şeyden önce sağlam bir imana dayanır. İman, daha varlık sahnesine çıkmadan önce Rabbimize verilen sözle başlayıp ahiret hayatına kadar uzanan, kalble ait bir kabul ve yöneliştir. İman, “dil ile ikrar, kalp ile tasdik” diye tarif edilse de onun en büyük göstergesi ‘amel’dir. Çünkü insan, ahirette amel defterine kaydedilen iş ve davranışlara göre hesaba çekilecektir.
Kardeşlerim!
Rabbimiz, insanın kendi katındaki değerini imana bağlı kılmıştır. İnsanoğlunun dünya hayatındaki tutum ve davranışlarının kabulü için de ‘salih’lik vasfını şart koşmuştur. İslam için sadık iman ve sahih bilgi ne kadar önemli ise salih amel de o derece önemlidir. Bozgunculuk, kötülük, fitne, kavga, çekişme ve didişme anlamlarına gelen ‘fesad’ kelimesinin zıddı, ‘sulh’ ve ‘salah’ kökünden gelen ‘salih’, en yalın anlamıyla ‘uygun’ demektir.
Bu uygunluğun başında inançta uygunluk gelir. İnançta uygunluk, kulun kendisini yaratan Rabbinin varlığını ve birliğini şeksiz şüphesiz kabul ederek O’na ortak koşmadan inanmasıdır. İnancının gereği olan yaşam tarzını benimsemesi, Allah’ın koyduğu sınırlara, emir ve yasaklarına riayet etmesidir. Dahası bunları kuru bir mecburiyet duygusu ile değil samimi bir mesuliyet bilinciyle yerine getirmesidir.
Kardeşlerim!
Sadık imanın gereği sâlih ameldir. Sâlih amel, Allah’ın rızasına, insanın fıtratına ve insanlığın maslahatına ve yararına uygun her hâl ve harekettir. Kerim Kitabımızda salih amel, yüzü aşkın ayette iman ile birlikte zikredilmiştir. Kur’an’ın en temel kavramlarını günlük hayatta en ince teferruatına kadar kullanan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e göre sulh ve salahın başlangıç merkezi kalptir. Vücutta kalp denilen bir organımız vardır ki o salih olduğu zaman bütün vücut salih olur. Yine Efendimiz (s.a.s)’e göre ailenin huzur ve saadeti saliha bir eşe, toplumun mutluluk ve refahı salih iş yapanlara bağlıdır. Yine ona göre insanların öldükten sonra amel defterleri geride bıraktıkları salih evlatları sayesinde kapanmaz. Peygamberimiz (s.a.s), günahsız geçen güne salih gün, zekâtı verilen mala salih mal, insanlara yararlı olmaya salih ahlak, örnek her davranışa saliha sünnet, asayişin berkemal olduğu yere saliha belde, hakikat ile örtüşen rüyalara saliha rüya adını vermiştir.
Aziz Kardeşlerim!
Rabbimizin öngördüğü güzel dünyayı kurmak için bireysel olarak salih bir kalbe, samimi bir niyete/düşünceye ve salih amellere sahip olmak yetmez. Fitne ve fesadın bırakın fertleri ve toplumları, ekolojik dengeyi sarsacak kadar yaygınlaştığı bir zamanda bireysel bir salihlik yeterli olabilir mi? Salih fertlerden beklenen, bir adım daha atarak muslih olabilmektir. Başka bir ifadeyle insanlığı ve evreni saran ifsat ve bozgunculuğa karşı ıslah edici olmak, bu yolda gayret ve çaba sarf etmektir.
Kardeşlerim!
Biz müminlere düşen, Rabbimizin huzuruna sâlih birer kul olarak çıkabilme gayretinde olmaktır. Yaratılış hikmeti ve gayesini iyi kavrayarak hayatımıza bu doğrultuda yön vermeliyiz. Yaptığımız her işte yalnız Allah’ın rızasını gözetmeliyiz. Sayılı nefeslerimizi, günlerimizi, ömrümüzü nasıl tükettiğimiz konusunda kendimizi her an sorgulamalıyız. Hayır-şer, sevap-günah açısından nefsimizi bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız. Çok değerli olan ömür sermayemizi hayırla, güzellikle, sevapla ebedi bir kazanca dönüştürmenin yollarını aramalıyız. Ömrümüzün günahlarla, isyanlarla heba olmasına müsaade etmemeliyiz. Kendimizin, değerlerimizin, inancımızın farkında olmalı, onları yozlaştıracak, anlamsız kılacak hiçbir tutum ve etkinliğe zemin hazırlamamalıyız. Sermayemiz ahlakımız; umudumuz yüzlerimizi ağartacak sâlih amellerimiz olmalıdır.
Hutbemizi, insanlığa rehber olarak gönderilen nebilerin Yüce Kitabımızda bize öğretilen şu dualarıyla bitirelim:
“Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım."[3]
“Rabbim! Beni Müslüman olarak öldür ve salih kulların arasına kat!”[4]
“Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihler zümresine ilhak eyle!”[5]


[1] Nahl, 16/97.

[2] Buhari, İmân, 39.

[3] Ahkâf, 46/15.

[4] Yusuf, 12/101.

[5] Şuarâ, 26/83.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİHİ : 29.08.2014

ZAFERLER ALLAH’TANDIR.
Muhterem Müminler!
Okuduğum sure-i celilede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’ın zaferi ve fetih geldiğinde ve de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kim Allah’ın dini en üstün olsun diye mücadele ederse o, Allah yolundadır.”[2]
Kardeşlerim!
Her yıl gelen Ağustos ayında millet olarak bizler, 26 Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun kapılarını İslâm’a açan Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 Ağustos 1922 tarihinde Anadolu’nun kapılarını düşmanlara kapatan Başkomutanlık Meydan Muharebesini ve diğer zaferlerimizi hatırlarız. Tarihimize gider, ondan aldığımız güçle bugünümüzü ve geleceğimizi inşa ederiz. Bizi başarılı kılan, zaferlere ulaştıran ruh ve manayı anlamaya çalışır; bundan yüksek bir şuur elde etmeye gayret ederiz. Zaferler ayında biz müminlere düşen, tarihimizdeki fetih ve zaferlerle övünmek değil; bu zaferlere götüren ruh ve manayı idrak edip aynı iman ve teslimiyete sahip olmaktır. Bizlere düşen bekamızı, varlığımızı korumak ve dünya mazlumlarının umutlarını boşa çıkarmamaktır. Unutmayalım ki millet olarak aynı iman ve ruha sahip olduğumuz sürece aşamayacağımız hiçbir engel, başaramayacağımız hiçbir zorluk yoktur.
Değerli Müminler!
İslam coğrafyasının bugünlerde maruz kaldığı zulüm, zorbalık, haksızlık ve kötülükler, zaferlerimizi ve bu zaferlerin arkasındaki ruhu yeniden anlamaya olan ihtiyacımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Unutmayalım ki ecdadımıza bu yüksek ruhu kazandıran “din-i mübin-i İslâm” dır. Onlar i’la-yı kelimetullah uğruna yaşamışlardır. Allah adı en yüce olsun diye mücadele vermişlerdir. Yeryüzünde hak, hakikat, adalet, hukuk, ahlak, barış ve huzur egemen olsun diye çaba sarf etmişlerdir. Onlar, İslâm’ın barış ve esenlik dini olduğunu bütün dünyaya göstermişlerdir. Mazlumların sığınağı, zalimlerin korkulu rüyası olmuşlardır. Şehadet arzusunu hiçbir zaman yüreklerinden eksik etmemişlerdir. Din, iman, millet, vatan ve mukaddesat uğruna gerektiğinde candan ve canandan vazgeçmeyi göze almışlardır. “Allah, müminlerden, mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır”[3] ayeti gereğince yaşamışlardır.
Asıl zafer, insanın gönlünü kazanmaktır. Asıl fetih, bir kalbi hakikate açmaktır. Zafer, egemen olma hırsına kapılmadan güzelliği herkesin avucuna bırakabilmektir. Fetih, insan iradesini incitmeden, baskı ve zorlama yapmadan, imanın ve İslâm’ın gönüllere teklif edilmesidir. Zaferlerin arkasında hep aynı ruh vardır. Bedir’de de aynı ruh vardır, Malazgirt’te de... Mekke’nin Fethinde de aynı ruh vardır Çanakkale Zaferinde de... İstanbul’un Fethinde de aynı ruh vardır, Kurtuluş Savaşında da… İşte bu ruh, İstiklal şairimizin, “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar / Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var / Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar / 'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?” dizelerinde ifade ettiği fetih ruhunun ta kendisidir.
Aziz Müminler!
Ancak kuvvetli iman sahibi olanlar büyük zaferlere erişebilirler. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız üstün gelecek olanlar sizlersiniz”[4] “Allah’a ve Rasûlüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider.”[5] ayet-i kerimelerinin farkında olanlar zaferlere koşabilirler. Zaferin olmazsa olmaz şartı, hakiki iman, salih amel ve güzel ahlaktır. Bugünün Müslümanları en çok da bunlara muhtaçtır. Birlik ve beraberliğe, ilim ve irfana, fazilet ve erdeme muhtaçtır. Evet, Müslümanlar son iki asırdır zaferlere susamıştır. Ancak başarı ve zafer Allah’tandır. Allah’ın yardımıyladır. Yardım ise beklemekle gelmez. Müslümanlar, Allah’ın yardımını celb edecek bir halet-i ruhiye içinde olmalıdırlar. Allah’ın yardımının gelmesi için gayret göstermelidirler. Tıpkı Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in örneklik ve rehberliğinde Mekke döneminde olduğu gibi müminler, nefislerini, kalplerini ve zihinlerini terbiye etmelidirler. İmanlarını güçlendirmelidirler. İbadetlerini halisane yapmalıdırlar. Ahlaklarını güzelleştirmelidirler. Ruhen ve bedenen zafere hazır olmalıdırlar. Sonrasında da Allah’a tevekkül edip neticeyi yine O’ndan beklemelidirler.
Aziz Müminler!
Hutbemin başında okuduğum surede Rabbimiz, her fetih ve zaferden sonra biz müminlerden Rabbimizi hamd ederek tesbih etmemizi ve O’na tevbe ve istiğfarda bulunmamızı emrediyor. Çünkü insanoğlu zaferlerden sonra günaha sürüklenebilir. Başarılardan sonra nefsine yenik düşebilir. Bu başarıları verenin, bu zaferleri nasip edenin Allah olduğunu unutuverir de nefsine pay çıkarmaya kalkışır. Nefsine pay çıkarır da haktan, hakikatten, adaletten ve hukuktan ayrılır. Fazilet ve erdemleri terk eder. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu sure indikten sonra “Sübhanallahi ve bihamdihi, estağfirullah ve etûbü ileyh” duasını çokça yapmaya başlamıştır.[6]
Kardeşlerim!
Tarih boyunca bizlere zaferler kazandıran bütün büyüklerimizi, mübarek ecdadımızı, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve şükranla yâd ediyoruz. Hutbeme Rabbimizin Kerim Kitabımızda bizlere öğrettiği şu dua ile son vermek istiyorum:
“Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla! Ayaklarımızı dinin üzere sabit kıl! Ve Kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle, bize zafer ihsan eyle!”[7]


[1] Nasr, 110/1-3.

[2] Buhârî Cihâd, 15.

[3] Tevbe, 9/111.

[4] Âl-i İmrân 3/139.

[5] Enfal, 8/46.

[6] Müslim, Salât, 220.

[7] Âl-i İmrân, 3/147.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİHİ : 12.09.2014

BİLGİ AHLÂKI
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), şöyle dua etmektedir: “Allah’ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Bana fayda verecek ilmi öğret ve ilmimi artır.”[2]
Kardeşlerim!
Biz, kendisini diğer dünyalardan bilgi ile ayıran, bilginin malzemesine ne kadar çok sahip olursa olsun bilgiyi bir ahlâk ve sorumluluk olarak görmeyen kültürleri câhiliye olarak adlandıran bir medeniyetin mensuplarıyız. Yüce dinimizin bilgiye ve bilgili insana ne kadar değer verdiği, kendisini kabul eden fert ve toplumların bilgi ve hikmetle mücehhez olmalarına ne derece ehemmiyet atfettiği herkesçe bilinen gerçeklerdir.
Bilgiye bu denli değer veren dinimiz, bilgiyi elde etme, kullanma ve onun değerini korumaya yönelik de bir takım ölçüler getirmiştir. Buna göre öncelikle bilginin asıl sahibinin Yüce Rabbimiz olduğu unutulmamalıdır. Zira Allah Teâlâ, insanı yarattıktan sonra ona bilmediklerini, bütün eşyanın isimlerini, kendini ifade etmeyi ve canlı-cansız tüm varlıkları birbirinden ayırabilme becerisini öğretendir.
Aziz Kardeşlerim!
Bilgi elde etmekteki amaç, hakikati kavramak, özellikle de Hakk’a yakınlaşmak olmalıdır. Bu bilinçten uzaklaşan insanlar, bilgiyi çıkar aracı hâline dönüştürmüş, insanlara refah ve mutluluk getirmesi beklenen bilgiyi tahrip ve yıkım için kullanmışlardır. Özü gereği doğruya, güzele ve hikmete ulaştırması beklenen bilginin istismarı, bu değerleri kaybettirir. Bilgi istismarı ise insanlığın faydasına kullanılabilecek değerli bir bilgi birikimini kötülüğün hizmetine sunma, menfaate aracı yapma çabasıdır. Ve bu durum, günümüzün en büyük sorunlarından birisidir.
Merhum Hamdi Yazır’ın ifadesiyle “Haddi zatında her ilim muhteremdir. Fakat büyüklüğü nispetinde ilmî haysiyetle hayru şerre müsaittir. İlim ne kadar harika, engin; ne kadar ince ve yüksek olursa şerr-ü fitne ihtimali o nispette büyük olur. İlimler hüsn-i istimal edilirse zehirlerden devalar yapılır. Su-i istimal edildiği takdirde de devalardan sümum istihsal olunur.”[3] Yani ilim ne kadar derin, ne kadar ince ve yüksek olursa, şer ve fitne ihtimali de o nispette büyük olur. İlimler iyi yönde kullanılırsa nice zehirlerden ilaçlar ve çareler elde edilir. Kötü yönde kullanıldığı takdirde nice ilaçlardan da zehirler elde edilir. Nitekim, insanlar çıkarlarına alet ettikleri bilgi sayesinde koca şehirleri bir bombayla yok edebilecek hâle gelmiş, on binlerce hatta yüz binlerce kişiyi aynı anda öldürme gücüne ulaşmışlardır. Aslında daha vahimi sessizce gerçekleştirilen katliamdır. Bu da Allah’ın insanlara bahşettiği hayat kaynaklarını kurutmak, kimi zaman da canlıların, bitkilerin ve çevrenin doğal genetik yapılarını bozmak şeklinde görülmektedir. Kısacası bugün bilgi pek çok alanda insanlığın hayrına değil, zararına kullanılmaktadır.
Kardeşlerim!
Bugün ne yazık ki insanlığın, özellikle de İslam coğrafyasının durumu içler acısıdır. Pek çok İslam ülkesinde ilim, dünyevi çıkarlara, makam kaygısına, can korkusuna kurban edilebilmektedir. Oysa hakka, hakikate, hikmete götüren, insanlığın yararına olan her doğru bilgiyi paylaşmak ve yaymak, bilgi sahibinin görevlerinden biridir. Özellikle kritik zamanlarda toplumsal duyarlılıkların sesi olmak, toplumun rehberleri konumundaki âlimlerin sorumluluğudur. Unutulmamalıdır ki; geçmişte bizi biz yapan, insanlık medeniyetinin öncüsü kılan bu anlayıştır. Zira dünya üzerinde güzelliklere yelken açabilenler, ancak hakkı, hakikati korkmadan dünyaya haykırabilenlerdir.
Bilginin menfaat ve kişisel tatmin aracı yapılmasının acıklı akıbetini Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde şöyle bildirmiştir: “Aziz ve Yüce olan Allah’ın rızası için öğrenilmesi gereken bir ilmi, sırf dünya menfaati elde etmek için öğrenen bir kimse kıyamet günü cennetin kokusunu dahi alamayacaktır.”[4] Aynı zamanda Allah Resulü (s.a.s), ilmiyle kibirlenen, böbürlenen kişilerin kıyamet günü gerçek yüzlerinin Alemlerin Rabbi tarafından ortaya çıkarılacağını da haber vermiştir.[5]
Kıymetli Kardeşlerim!
Bilgi sahibi olmak sorumlu olmaktır. Bilgi arttıkça sorumluluk da artar. Bilgi, sahibini kendisine karşı, topluma karşı, tabiata karşı ve nihayetinde Allah’a karşı sorumlu hâle getirir. Kısacası bilgi, başlı başına bir sınavdır. Bilgi ahlâkına sahip olma ve onu koruma daha da zor bir sınavdır. Bu yüzden Peygamberimiz, bilgiyle meşgul olanlara şu dualarıyla örnek olmaktadır:
Allah’ım! Faydasız ilimden sana sığınırım.”[6]
Allahım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen duadan, korkmayan kalpten ve doymayan nefisten sana sığınırım.”[7]
Kardeşlerim!
Bir eğitim-öğretim yılının daha eşiğindeyiz. Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılının geleceğimizin teminatı olan evlatlarımıza, değerli öğretmenlerimize hayırlı olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim. Rabbim, evlatlarımızın kendi rızasına ulaştıracak, ülkemizin, milletimizin, alem-i İslam’ın ve bütün insanlığın yararına kullanacakları bilgilerle donanmalarını nasip eylesin.


[1] İsrâ, 17/36.

[2] Tirmizî, Deavât, 128.

[3] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 447.

[4] Ebû Dâvûd, İlim, 12.

[5] Müslim, İmare, 152.

[6] Nesâî, İstiâze, 21.

[7] İbn Mâce, Sunne, 23.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 24/10/2014


HİCRET: FITRATA YAPILAN YOLCULUK
Muhterem Kardeşlerim!
Cumanız mübarek olsun.
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler, şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de şöyle buyurmaktadır: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların emin oldukları kimsedir. Muhacir ise Allah’ın yasakladığı şeyleri terk edendir.”[2]
Kardeşlerim!
Allah’ın izni ile yarın bir kez daha Muharrem ayına kavuşacak olmanın ve yeni bir hicri yıla girmenin heyecanını yaşamaktayız. Hz. Adem ve Havva ebeveynimizin cennetten yeryüzüne adım atışlarıyla başladı insanlığın ilk hicret hikayesi. İnsanlığın imtihana tabi tutuluşunun yanı sıra yeryüzünü imar etmek, güzel olan alemi daha da yaşanır hale getirmekti bu hicretin hikmeti.
Ardından pek çok hicret bunu takip etti. Kâh bir gemi ile tufanlara karşı duruldu; kâh dağlardan aşıldı, çöllerden, denizlerden geçildi. Kâh Kabe-i Muazzama oldu hicretin semeresi; kâh Yesrib’in Medineleşmesi, medeniyet güneşinin oradan ışıldaması. Kâh fedakârlığın ve vefakârlığın adı oldu hicret, kâh ensar-muhacir kardeşliğinin ve dostluğun tadı.
Kıymetli Müminler!
“Fetihten sonra hicret yoktur.”[3] buyuran Efendimiz, kıyamete dek ümmetin asıl hicretinin Allah’ın yasak kıldığı şeylerden uzak durmakla gerçekleşeceğini haber veriyordu.
O halde Kardeşlerim, hicret; her şeyden önce Allah ve Resulüne gönülden bağlılığın, sadakat ve teslimiyetin ifadesidir. Hicret; bâtıldan, boş şeylerden, ömrü israf eden her türlü arzu ve istekten uzaklaşarak hakka, hakikate, ahlak ve irfana teslim oluşun ifadesidir.
Hicret, bir mekandan diğerine yapılan yolculuk değildir sadece. Hicret, maddeden manaya, fenadan bekaya yürüyebilmek, Yüce Mevlâ’nın yarattığı tertemiz fıtratımızı muhafaza edebilmektir. Şirkten, küfürden, nifaktan uzaklaşıp, iman ehli olabilmektir. Hicret; fâni dünyanın çekiciliğine kanmamaktır. Nefsin heva ve arzularının tuzağına düşmemek, ulvi duygu ve gayeleri, gelip geçici heves ve tutkulara feda etmemektir.
Bir ömür boyu helallerle hemhal olup, haramlardan uzak durabilmektir hicret. Durgun suların çabuk kirlendiğini unutmadan her daim hayra doğru akış içinde olmak, Hakkın rızasını tahsil istikametinde koşmaktır hicret.
Kardeşlerim!
Yarın Muharremi idrak edeceğiz, birbirimizle tebrikleşeceğiz. Ancak hicret ruhunu yüreğimizde yaşamadıkça, kardeşlik iklimini yeryüzüne yaymadıkça, kötülükleri terk edip iyiliklere seyr-u sefer eylemedikçe gerçek manada hicreti yaşamış olur muyuz? Şerre kilit hayra anahtar olmadıkça, fitne ve fesada “dur” demedikçe, zalimin ve zulmün karşısında olup hakkın ve adaletin yanında yer almadıkça gelip geçen Muharremlerin, yitip giden ayların, günlerin anlamı olur mu ki?
1436 yıl önce hüznü mutluluğa, bedeviliği medeniliğe dönüştüren hicretin, bugünün bedevileşen dimağlarını ilim pınarlarıyla, çölleşen yüreklerini merhamet ve muhabbet yağmurlarıyla yıkamasına insanlık olarak ne kadar da muhtacız değil mi?
Bugün hepimiz Nuh’un gemisindeyiz. Kurtuluş ve selametimiz ömür gemimizi tevhid rotasında yüzdürebilmemize bağlıdır. Lakin gemi su almaya başlarsa, nasıl baş edebiliriz modern çağın türlü biçimde tezahür eden tufanlarıyla?
Kardeşlerim!
O halde gelin bugün bu kutlu mekanda, bu mübarek saatte Allah ile misakımızı, Resulullah ile biatımızı yenileyerek, hep birlikte günahlardan hayırlara hicrete, hakiki bir muhacir olmaya söz verelim. Efendimizin hicreti Müslümanlar için nasıl milat olmuş ise biz de bugünü salih ve sadık kul olmak, muhacir ve ensar kardeşliğini aramızda yeniden kurmak ve ilahi rahmeti tecelli ettirecek hicretlere koyulmak adına milat edelim. Gönül yesribimiz, İslam’ın nuruyla erdemi, ahlakı, insaniyeti temsil eden tenvir edilmiş Medine olsun.
Aziz Kardeşlerim!
Gelin Hz. İbrahim gibi[4] her daim Rabbimize olsun yönelişimiz, hicretimiz. Gelin haramlardan, yanlışlardan, gayr-i meşru duygu ve davranışlardan helal ve tertemiz bir hayata Hz. Lût misali[5] hicret edelim. Ardımıza bakmayalım, asla geri dönmeyelim.
Farklı ırk, dil ve renkte yaratılmışlığımızı Allah’ın ayeti olarak görelim.[6] Gelin tüm ırkçılığı, mezhepçiliği kaldırıp atarak birlik ve kardeşliğe hicret edelim.
Gelin her türlü zulmü, kötülüğü, husumeti ayaklar altına alıp adalete, iyiliğe, merhamete ve muhabbete hicret edelim.
Gelin şiddeti, vandalizmi, yakıp yıkmayı terk edelim de yeryüzünü imar etmeye, harabeleri mamur etmeye hicret edelim.
Gelin saldırmayı, yıldırmayı, öldürmeyi bir an önce bırakıp, yaşanan bunca dehşet ve vahşet karşısında yangın yerine dönen yüreklerin ateşini söndürmeye, öksüzlerin, yetimlerin yüzünü güldürmeye, mahzun gönülleri şâd etmeye hicret edelim.
Kardeşlerim!
Cennetten yeryüzüne adım atışımızla başlayan hicret hikayemizin, dünyayı cennete dönüştürecek bir gayret ve ihlasın mükafatı olarak cennette hitama ermesi dualarımla hicri yeni yılınızı kutluyorum. Yeni yılın, İslam ve insanlık aleminin huzur ve selametine vesile olmasını Yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum.


[1] Bakara, 2/218.

[2] Buhârî, İmân, 4.

[3] Dârimî, Siyer, 69.

[4] Ankebût, 29/26.

[5] Hûd, 11/81.

[6] Rûm, 30/22.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 31/10/2014


ORTAK HÜZÜN VE İBRET AYI: MUHARREM
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın…”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Birbirinizle ilgiyi kesmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize haset etmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.”[2]
Kıymetli Kardeşlerim!
Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki hicri 1436. yıla girdik. Bugün 7 Muharrem. Muharrem, Efendimiz (s.a.s)’in “hürmete şayan bir ay”[3] diye nitelediği, sayısız lütuf ve hikmetlerle dolu kutlu bir aydır. Muharrem ayı aynı zamanda hüzün ve ibret ayıdır; bizlere, ciğerlerimizi dağlayan Kerbela’yı hatırlatır.
Kerbelâ, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in “cennet gençlerinin efendileri”[4] sözüyle taltif ettiği, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın iki ciğerparesinden biri, ümmetin gözbebeği olan Hz. Hüseyin efendimizin ve yetmişten fazla müminin şehit edildiği yerdir…
Değerli Kardeşlerim!
Asırlardır yüreklerimizi sızlatan bu elim hâdise, Efendimizi ve O'nun Ehl-i Beyti'ni seven başta milletimiz olmak üzere bütün müminleri derinden yaralamış, kalpleri incitmiştir. Kültürü, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları derin acılara gark etmiştir.
Nitekim Şair, ümmetin bu ortak hüznüne şu dizelerinde tercüman olmuştur:
“Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya
Cibril var haber ver, Sultân-ı enbiyâya…”
Hz. Hüseyin Efendimiz ve arkadaşları, bu acı hâdisedeki asil duruşları ve doğruluk adına samimi yürüyüşleri ile sonsuza dek müminlerin gönüllerinde taht kurmuşlardır. Onlara bu zulmü reva görenler ise Müslümanların ortak vicdanında ebediyen mahkûm olmuşlardır.
Aziz Kardeşlerim!
Bizler bu olayın üzüntüsünü yaşarken, aynı acıların bir daha yaşanmaması için; Muharrem’i doğru okuyup anlamaya, müspet sonuçlar çıkararak ibret almaya ve yüce Rabbimizin; “Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider...”[5] emrine uygun hareket etmeye her zamankinden daha çok muhtacız.
Bugün Kerbelâ olayında Müslümanlar olarak hepimize düşen vazife, onu doğru okumak, doğru anlamak, günümüz ve de yarınımız adına dersler çıkarmaktır. Kerbelâ’yı anlamanın yolu Hz. Hüseyin’i doğru anlamak ve Hüseyince yaşamaktan geçer. Bugün bize düşen, böylesi müessif bir hâdiseyi kin, nefret, ayrılık-gayrılığa değil; birlik-beraberlik, sevgi, saygı, muhabbet ve hoşgörüye dönüştürmektir. Kerbelâ üzerinden bir ayrılık-gayrılık oluşturmak müminler topluluğuna yakışmayacağı gibi Efendimizin gözbebeği Hz. Hüseyin’in ruhaniyetini de incitecektir.
Ancak üzülerek şahit oluyoruz ki son yıllarda yaşanan olaylar mezhebi, meşrebi ne olursa olsun ümmetin, Kerbelâ’yı, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını hala doğru okumadığını, doğru anlamadığını ortaya koyuyor. Onun içindir ki bugün etrafımızda nice Kerbelâlar yaşanıyor. Savaş, terör ve zulümden dolayı milyonlarca insan yerinden, yurdundan, evinden barkından, hayatından oluyor. Çocuklar umutlarını, hayallerini, geleceklerini yitiriyor. Nice mazlum, masum, mağdur kardeşimizin hayat hakkı her gün Hüseyin Efendimiz gibi Kerbelâ çöllerinde gasp ediliyor.
Kardeşlerim!
Yüreklerimizi dağlayan yeni Kerbelâların yaşanmaması için ortak bir dile, ortak bir akla ihtiyacımız var. Yüreklerimizi birleştirmeye, gönül kapılarımızı birbirimize samimiyetle açmaya ihtiyacımız var. İşte bu yüzden Muharrem, bizim için ortak bir hüzün mevsimi olduğu kadar adaleti, hikmeti, merhameti, kardeşliği, dostluğu hatırlatan hak-hakikat ve ibret sofrası da olmalıdır. Muharremi hak, adalet, rahmet, merhamet, müsamaha ve şefkat duygularının yeniden ihyâsı, Müslümanların muhabbet, kardeşlik ve beraberlik duygularının güçlenmesi için fırsat bilmeliyiz. Geçmişin acılarını bize yeniden yaşatmak, gönüllerde bir kez daha kapanmaz yaralar açmak, ortak değerlerimizi ayrılığa, kin ve nefrete dönüştürmek isteyenlere tek yürek halinde gereken cevabı vermeliyiz. Muharrem, paylaşmanın, dayanışmanın ve birlikteliğin simgesi olmalıdır.
Kardeşlerim!
Bu vesileyle Efendimiz (s.a.s)’in torunu, cennet gençlerinin efendisi, şehitlerin serdarı, ser-çeşmesi Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri başta olmak üzere hak, hakikat, hürriyet, adalet, ahlâk, fazilet, izzet ve şeref için can veren bütün şehitlerimizi rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim ile yâd ediyoruz.
Ehl-i Beyt-i Mustafâ'nın muhabbetinin her daim yüreklerimizde bâki kalmasını, onlardan bize tevârüs eden insanî ve ahlakî erdemlerin zihin ve gönül dünyamızı tezyin etmesini Rabbimizden diliyoruz. Geçmişte yaşadığımız keder ve acıların, yeni üzüntülere sebebiyet vermemesini; aksine bizleri birbirimize sevgi ve muhabbetle bağlamasını Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyoruz.
Şu anda Karaman Ermenek’te maden ocağında mahsur kalan kardeşlerimizin sağ salim kurtulmalarını Yüce Rabbimizden temenni ediyoruz.


[1] Âl-i İmrân, 3/105.

[2] Tirmizi, Birr ve Sıla, 24

[3] Müslim, Sıyâm, 203.

[4] İbn Mâce, Sunne, 11/4.

[5] Enfâl, 8/46.
NOT: Cuma vaktine kadar maden ocağındaki işçilerimizle ilgili bir gelişme olması durumunda hutbenin sonundaki dua hutbeyi okuyan görevlilerimizce güncellenecektir.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : İSTANBUL
TARİH : 07.11.2014

بِسْــــــــــــــــــــمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم
مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهمْ يَمْهَدُونَ
وَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اِنَّكَ لَنْ تُنْفِقَ نَفَقَةً تَبْتَغِى بِهَا وَجْهِ اللهِ اِلاَّ أُجِرْتَ عَلَيْهَا حَتَّى مَا تَجْعَلُ فِى فَمِ امْرَأَتِكَ

SALİH AMEL
Değerli Kardeşlerim!
Rabbimiz Kehf suresinin 110. Ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “… Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın” Efendimiz (sas) de hadisi şerifte: “Ölen kimseyi üç şey takip eder. İkisi döner, biri onunla beraber kalır: Ailesi, malı ve ameli onu takip eder. Sonra ailesi, malı döner; ameli kendisiyle beraber olur”[1] buyurmaktadır.
Salih amel imanın davranış yoluyla dışa yansımasıdır. Sadece insanları değil, bütün evreni ve içindekileri Hakk’ın eseri olarak görmektir. Bu gezegenin sadece insanlar için değil, herkes için var edildiğini kabullenmektir. Çevreyle, insanlarla, varlıklarla bütün mahlûkatla barışık yaşamaktır. Bir başka ifadeyle salih amel, Allah’a ve ahirete imanın bir gereği olarak, O’nun indirdiği ve peygamberi vasıtasıyla belirttiği deliller, hükümler, haberler ve emirlere uygun olarak, tam bir ihlas ve niyetle Allah’ın razı olacağı işler yapmaktır.[2] Bazen sessizliktir salih amel; huşu ile dinlemektir. Nitekim Yüce Rabbimiz ‘‘ Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin! Ve susun ki; böylece rahmete kavuşturulursunuz.’’ buyurur. Peygamber Efendimiz de hutbe esnasında sessiz olmanın, hutbeyi dikkatle dinlemenin önemini vurgular ve ‘‘Cuma günü, imam hutbe okurken konuşan arkadaşına ‘‘dinle’’ desen bile yanlış yapmış olursun’’ buyurur [3]
Kardeşlerim!
İman insanı insan eder, onu yüceltip hayatına huzur verir. İmanın kişinin uğraşlarına yön vermesi, onun olağan eylemlerini ibadete çevirir. Bir insan Allah rızası için çalışır çabalarsa; farz ibadetleri yanında, ailesinin geçimini sağlamak için çalışması, hayatını sürdürmek için yiyip içmesi, uyuması ve bütün fiilleri, ibadet olarak değerlendirilir. Sevgili Peygamberimiz sahabe-i kiramdan Sa’d b. Ebî Vakkas’ a şöyle buyurmuştur: Allah rızasını gaye edinerek yapmış olduğun her harcamadan/infaktan sevap kazanırsın.”[4] Hatta “Hanımının ağzına koymuş olduğun lokmadan bile. Allah rızası için yapılan ibadetler ve fiiller insanı olgunlaştırır. Kurân-ı Kerimde Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kimler de salih amel işlerse, ancak kendileri için (cennette yer) hazırlarlar”[5] buyurulur.
Aziz müminler!
İmanın olgunlaşıp ruhumuzda kökleşmesi için yararlı işlerle onu beslememiz gerekmektedir. Korumasız ve eyleme dönüşmeyen iman, ruhu söndürür. Salih ameller, samimi bir imanın tezahürüdür. İnsanlara faydalı işler yaparak, muhtacın elinden tutarak, mahzunun dilinden anlayıp onunla ilgilenerek Allah’ın hoşnutluğunu kazanabiliriz. Saygısız gönüller, katılaşan kalpler bizim iç dünyamızı kararttığı gibi, sosyal hayatımızı da yaşanmaz hale getirecektir. Öyleyse gelin hep beraber Yunus suresindeki şu ayetlere kulak verelim: “Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar, iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu, büyük başarıdır.”[6]
Muhterem Kardeşlerim!
İstanbul’un ikinci Müftüsü ve beşinci Diyanet İşleri Başkanı, büyük din âlimi ve Müderris Ömer Nasuhi Bilmen Üsküdar Bağlarbaşı (Kongre ve Kültür Merkezi) de düzenlenen iki günlük sempozyum da anılacaktır. Yarın saat 10.00’ daki açılış merasimine ve sempozyuma bütün cemaatimiz davetlidir.
Şu anda Karaman Ermenek’te maden ocağında mahsur kalan kardeşlerimizin sağ salim kurtulmalarını Yüce Rabbimizden temenni ediyoruz.


[SUB][SUB][1][/SUB][/SUB][SUB] Buhari, Rikak, 42[/SUB]

[SUB][SUB][2][/SUB][/SUB][SUB] Hak Dini Kuran Dili, III/1740[/SUB]

[SUB][SUB][3][/SUB][/SUB][SUB] Buhari, ‘‘Cuma’’, 34[/SUB]

[SUB][SUB][4][/SUB][/SUB][SUB] Buhari, Kitabü’l-İman,51[/SUB]

[SUB][SUB][5][/SUB][/SUB][SUB] Rum, 30/44[/SUB]

[SUB][SUB][6][/SUB][/SUB][SUB] Yunus,10/62-64[/SUB]

Hazırlayan: Hüseyin SARAÇ
Redaksiyon: İl İrşat Kurulu
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : GENEL
TARİH : 21/11/2014


HAYIR HAZİNELER DOLUSUDUR
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.”[SUP][SUP][1][/SUP][/SUP]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Hayra vesile olan, o hayrı işleyen gibi sevap kazanır”[SUP][SUP][2][/SUP][/SUP]
Kıymetli Kardeşlerim!
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s) oturmakta olan bir grup insanın yanına gelir ve onlara, “Size hanginizin hayırlı, hanginizin şerli olduğunu söyleyeyim mi?” diye sorar. Oradakiler, “Söyleyin ey Allah’ın Elçisi.” dediklerinde Kutlu Nebi, şöyle buyurur: “Hayırlınız kendisinden hayır umulan ve şerrinden emin olunandır. Şerliniz ise kendisinden hayır beklenmeyen ve şerrinden de emin olunmayandır.”[3]
Alemlere Rahmet Efendimiz, bu sözüyle mümini her daim çevresine güzellikler saçan, faydalı olan, hayır peşinde koşan, kötülükten, fitne ve fesattan uzak duran kimse olarak tanımlıyordu.
Kıymetli Kardeşlerim!
İnsanlık tarihi ile başlamıştır iyi ile kötünün mücadelesi. Atamız Hz. Adem’in çocukları Habil ile Kabil arasındaki müessif hadise, günümüze değin hayır ile şerrin sembolü olmuştur. Habil kendisini öldürmeye teşebbüs eden kardeşi Kabil’e, “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.”[4] diye seslenmiştir. Böylece Habil, asil duruşu ile nesiller boyu iyiliğin sembolü, hayrın anahtarı olurken ihtirasına yenik düşen kardeşi ise şerrin kapısını açan ilk insan olma talihsizliğini yaşamıştır.
Kardeşlerim!
Yüce dinimizde hayrın, iyiliğin sınırı yoktur. İnancımızda Rabbimizin rızasına vesile olan her bir davranış hayırdır, güzeldir. Şüphesiz hayır işlemenin hem maddi hem manevi bir çeşidi vardır. Hayır, herkesin gönlüne ve gücüne göredir. Hayır işlemek, kimine göre cami, hastane, okul yaptırmak, şehir kurmaktır. Hayırda koşmak kimi zaman mağdurlara, muhtaçlara el uzatmak, kimi zaman mahzun gönüllere neşe saçmaktır. Hayır, bazen bir yetimin, kimsesiz boynu büküklerin başını okşamak, bazen de kardeşimizin yüzüne tatlı bir tebessümle bakmaktır. Hayrın anahtarı olmak, bazen yolunu kaybetmiş birine yol göstermek, bazen de boynu bükük bir garibin ümidi olmaktır. Hayır, kimi zaman da mazlumu, mağduru, masumu gönlümüzde barındırmak, onların acısını yürekten paylaşmak, gözyaşlarına ortak olmaktır. Kimi zaman da hayır, zalimlere, yakıp yıkanlara, terör estirenlere, cana kıyanlara, insanlara hayatı zindan edenlere buğz etmek ve karşı çıkmaktır. “İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ sözünü söylemektir. En alt seviyesi ise gelip geçenlere zarar veren bir şeyi yoldan kaldırmaktır.”[SUP][SUP][5][/SUP][/SUP] hadisi hayrın bitmez tükenmez çeşitlerine vurgu yapmaktadır.
Değerli Kardeşlerim!
Hayra koşmak ve insanları hayra teşvik kadar kötülükten uzak durmak ve insanları ondan alıkoymak da önemlidir. Dinimizde iyiliğe/hayra anahtar, şerre kilit olmak “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” kavramıyla ifade edilir. Buna göre, her bir mü’min aslında hayrın anahtarı, şerrin kilidi olmalıdır. Her mümin, ahlakın, erdemin anahtarı, gayr-i ahlakî tutum ve davranışların, insanı alçaltan onursuzluğun kilidi olmalıdır. Peygamberimiz (s.a.s)’in şu sözü de hayra öncülük edip şerre set çekenler için ne güzel bir müjde; tersini yapanlar içinse ne düşündürücü bir uyarıdır:
“Hayır, hazineler dolusudur. O hazinelerin de anahtarları vardır. Ne mutlu Allah’ın hayra anahtar, şerre kilit kıldıklarına. Yazıklar olsun şerre anahtar, hayra kilit olanlara!”[SUP][SUP][6][/SUP][/SUP]
Kardeşlerim!
Hayra anahtar, şerre kilit olabilmek ancak dil ve gönül birlikteliği, sâfiyeti sağlandığında gerçekleşebilir. Hayrın anahtarı olabilmenin sırrı, bütün davranışlarımızda olduğu gibi ihlas ve samimiyette saklıdır. Gönlün derinliklerinden süzülerek eyleme dönüşen sözün gücü ile sadece dilde kalan sözün gücü bir olur mu? Zihin ve gönül dünyasını hayra ve iyiliğe kapatan birinin, hayır öğütlemesi karşıdakini etkiler mi? Allah rızasının gözetilmediği iyilikler, hayırlar hiç kalıcı kazançlar sağlar mı?
Kardeşlerim!
O halde geliniz, hayırlı hizmetleri sadece desteklemekle kalmayıp, bu hizmetlere anahtar olalım. Hayır peşinde koşalım ki, hayırla yâd edilelim. İyilik ve güzellikleri çoğaltalım ki fert ve toplum olarak güzelliklere kavuşalım. Efendimizin şu duası ile Rabbimize hep birlikte el açalım:
“Allahım! Senden doğru söyleyen bir dil, sana teslim olan bir kalp istiyorum. Her zararlı şeyin şerrinden sana sığınıyor, her hayırlı şeyi istiyorum. Her günah için beni bağışlamanı diliyorum."[SUP][SUP][7][/SUP][/SUP]
Kıymetli Kardeşlerim!
Kısa bir süre önce Karaman ili Ermenek ilçesindeki maden ocağında meydana gelen kazada hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Rabbimiz, ülkemize bir daha böyle acılar yaşatmasın.


[1] Mâide, 5/2.

[2] Tirmizî, İlim, 14.

[3] Tirmizî, Fiten, 76.

[4] Mâide, 5/28.

[5] Müslim, İmân, 58.

[6] İbn Mâce, Sunne, 19.

[7] Tirmizî, Deavât, 23.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : GENEL
TARİH : 28/11/2014


DİLİN ESİRİ OLMAYALIM!
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir. Güzel sözler Allah’a yükselir, güzel sözü de salih amel yükseltir...”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) bizleri şöyle uyarıyor: “Allah'a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun...”[2]
Aziz Kardeşlerim!
Canlılar içinde meramını dil ile ifade etme, konuşma yeteneği sadece insana bahşedilmiştir. Rahmân, insanı yaratmış, ona düşünme ve konuşmayı öğretmiştir.[3] Kelam, Yüce Rabbimizin sıfatlarından olup insana ilahi bir emanettir. Bu emaneti, sahibinin rızası doğrultusunda kullanmak ve korumak ise mümin olarak en önemli sorumluluklarımızdandır.
Kur’an-ı Kerim şüphesiz ki sözlerin, kelâmın en güzelidir. Bu en güzel söze iman ve itaat eden biz müminlerin de, en güzel kelamı konuşmamız, bir başka ifade ile sözümüzün hayrolması imanımızın bir gereğidir.
Değerli Kardeşlerim!
Dilden ölçüsüzce çıkan kimi söz ve konuşmalar lisanın afetleri olarak nitelendirilmiştir. Kerim Kitabımız, bize anlamsız ve boş konuşmadan, gıybetten, su-i zandan, iftiradan, alay etmekten, yalan söylemek ve yalan yere yemin etmekten, yapmadığını söylemekten ve ifsâd edici her türlü sözden uzak durmamızı emreder.
Bilinmelidir ki; böylesi fiiller, insanlar arasında huzuru bozduğu gibi âhirette de azaba neden olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s) tarafından, “elinden ve dilinden emin olunan insan” olarak tanımlanan Müslüman[4], kalbiyle sû-i zan besleyen, diliyle gıybet eden, insanları arkalarından çekiştiren, onların kusurlarını araştıran, ayıplarını ortaya döken, sözleriyle kardeşini yaralayan insan değildir. Mümin, böyle bir kişiliğe sahip olamaz. İmanı gereği, güzel ahlâkın erdemlerini kuşanan insan olan Müslüman[5], kardeşinin mahremiyetine dil uzatarak onun şerefini, onur ve haysiyetini zedeleyemez.
Kıymetli Kardeşlerim!
Üzülerek belirtmek gerekir ki günümüzde bir eğlence unsuruymuş gibi gösterilen dedikodu faaliyetleri, asılsız söz ve ithamlar, iftira, yalan ve çirkin sözün her türlüsü özellikle iletişim araçları ile merak ve ilgi uyandıracak tarzda sunulmaktadır. Bu şekilde âdeta bir yalan ve gıybet sektörü meydana getirilmektedir. Bu durumun ise dinî ve ahlâkî açıdan fert ve topluma çeşitli zararları vardır.
Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan bir haber, milyonları etkileyebilmekte, kitleleri tesir altına alabilmektedir. Kimileri bilgisayar başında, ilahi gözetim altında olduklarını unutarak kişilerin haysiyetini, şerefini zedeleyecek sorumsuz tutumlar sergileyebilmektedirler. Böylece, bir taraftan kul hakkına, diğer taraftan da toplumda infiale neden olarak kamu hakkına girmektedirler. Oysa sadece yanındayken değil, yokluğunda da bir insanın hukukunu çiğnememek, onurunu zedelememek müminin iman ve ahlakının bir gereği değil midir? Dedikodu, yalan, iftira, gıybet gibi kötü sözlerle dilini zehirli bir ok haline getirenler, bunun bir hesabının olacağını düşünmezler mi?
Kardeşlerim!
Malumdur ki kap, içindekini dışa yansıtır. İnsanın dili de kalbinin aynasıdır. Eğer kişi berrak bir zihne, tertemiz bir gönle sahipse dilinden de güzellikler dökülür. Kötü düşüncelerin, çirkin işlerin esiri olmuş bir kalp, dili de köreltir. İşte Allah Resulü’nün dil ile kalbin ilişkisini vurgulayan şu hadisi ne kadar da önemlidir: “Zandan uzak durun. Zira zan, sözün en yalanıdır. Birbirinize kulak misafiri olmaya çalışmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeşler olunuz.”[6]
Aziz Müminler!
Dil, kelam bize bahşedilmiş en önemli nimetlerdendir. Geliniz, bu nimeti rıza-i ilahiye uygun kullanalım. Söylediklerimiz, yaşadıklarımız, yaşadıklarımız da söylediklerimiz olsun. Sözümüzün, dilimizin bir ahlakı, bir adabı olsun. Sözlerimiz hikmetli ve ibretli, sözlerimizin gayesi de insan onuru ve haysiyetini yüceltmek olsun. Biz, söylediklerimizin değil, söylediklerimiz bizim esirimiz olsun. Dedikodu, gıybet, sû-i zan, yalan, iftira ve çirkin sözlerle hem insanlar hem de Rabbimiz katındaki değerimizi düşürmeyelim. Efendimiz (s.a.s)’in sıklıkla dile getirdiği şu duayı kendimize şiar edinelim:
“Allah'ım! Kulağımın kötülüğünden, gözümün kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin kötülüğünden sana sığınırım.”[7]


[1] Fâtır, 35/10.

[2] Buhârî, Edeb, 31.

[3] Rahmân, 55/1-4

[4] Buhârî, İmân, 4.

[5] Dârimî, Rikâk, 74.

[6] Buhârî, Edeb, 57.

[7] Ebû Dâvûd, Vitir, 32.


Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : GENEL
TARİH: 05/12/2014


AHİRET: HESAP VERME BİLİNCİ

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İnkâr edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır! Rabbime and olsun ki mutlaka diriltileceksiniz ve yaptıklarınızdan haberdar edileceksiniz.. Bu, Allah için çok kolaydır.”
Okuduğum hadis-i şerifte ise Allah Rasulü (sav) şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ahiret için salih amel işleyendir. Aciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah’tan bağışlanma umandır.”[ii]
Kardeşlerim!
Her yeni eskir, her doğan ölür, her beklenen gelir… Geleceğinden hiç şüphe olmayan ahiret, hesap vermek üzere tekrar diriltileceğimiz hayattır. O büyük ve mukadder olan günde, dünyada yapıp ettiklerimizin kaydedildiği amel defterlerimizi elimize aldıktan sonra adalet terazileri kurulacak ve hesap görülecektir. Dünya hayatında yapmış olduğumuz her hayrın mükâfatını göreceğimiz gibi, işlemiş olduğumuz her günahın da hesabı sorulacaktır. O gün, kitabında salih amel ve iyiliklerin ağır bastığı kimse kurtuluşa erecektir. Hayır adına tartıları hafif gelenlerse kendilerine yazık etmiş olduklarına bizzat kendileri şahitlik edeceklerdir.
Aziz Kardeşlerim!
İman esaslarından biri olan, çoğu defa Allah’a imanla birlikte zikredilen ahirete iman, insanın sorumluluk bilinciyle hareket etmesini sağlar. Bu bilinçle hareket eden kimse dünya hayatında ilkesiz, sorumsuz bir şekilde asla hareket etmez. Âhirete iman etmek, insan hayatına tutum ve davranışlarına anlam katar, yön verir, değer kazandırır, varoluş amacını hep diri tutar. Bu inanç Allah’a, topluma, aileye ve kendimize karşı olan sorumluluklarımızı layıkıyla yerine getirmemizi sağlar. Bizim her türlü tutum ve davranışımızdan haberdar olan bir Rabbimizin olduğunu, bütün amellerimizin kaydedildiğini ve bunlardan bir gün mutlaka hesaba çekileceğimiz şuurunu canlı tutar.
Ahirete inanan bir insan, hayatında her daim ölçülü ve tutarlı hareket eder. Kin, haset, düşmanlık, nefret gibi duygularını törpüler. Affetme, bağışlama, hoş görme gibi hasletlerini geliştirir. Bela ve musibetler karşısında sabırlı ve metanetli davranır. Huzuru ve mutluluğu, Allah’a imanda ve O’nun rızasını kazanabileceği amellerde arar.
Kardeşlerim!
Ahirete inanmak ve ona hazırlık yapmak, şüphesiz dünyayı ihmal etmek olarak da algılanmamalıdır. Nitekim Kerim Kitabımızda: “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.”[iii] buyrularak hem bu dünya için hem de ahiret için çalışılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. “Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir.”[iv] buyurulması, dünya hayatını kötülemek için değil, ahiret hayatının göz ardı edildiği bir dünya hayatının boş ve anlamsız olduğunu vurgulamak içindir. Aksi takdirde Yüce Allah’ın bizleri halife olarak yaratması, yeryüzünü bize emanet edip imarla mükellef tutması nasıl anlamlandırılabilirdi? Bizlerden istenen dünya kazanımlarına sahip olmamak değil, kazanımlarımızın esiri olmamaktır.
Değerli Mü’minler!
Huzurlu bir fert ve toplum olmanın yolu, ahirete yürekten iman etmekten geçer. Öyleyse gelin, ahirete iman bilinciyle hareket eden ve bu bilinç doğrultusunda yaşayan müminler olalım. Erdemi, ahlâkı, hak hukuka riayeti, başkalarına sevgi ve saygı göstermeyi, yaşadığımız her an vazgeçilmezimiz kabul edelim.
Hutbemi şu eşsiz dualarla bitirmek istiyorum:
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!”[v]
"Allah’ım! Ebedî yaşayacağım ahiret hayatımı benim için hayırlı eyle. Hayatımda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan eyle. Ölümümü de her türlü şerlerden muhafaza eyle"[vi]

Teğâbun, 64/7.

[ii] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 2.

[iii] Kasas, 28/77.

[iv] Ankebût, 29/64.

[v] Bakara, 2/201.

[vi] Müslim, Dua, 71.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst