2014 - Cuma Hutbeleri

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : İSTANBUL
TARİH: 25.04.2014
بِسْـــــــمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَسَارِعُوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّقيِنَ
قَالَ رَسُولُ الله صَلَّى الله عَلَيْهِ و سَلَّم
اَللَّهُمَّ باَرِكْ لَناَ فِي رَجَبَ وَشَعْباَنَ وَبَارِكْ لَناَ فِى رَمَضاَنَ

ÜÇAYLAR VE REGAİB KANDİLİ
Muhterem Müminler!
Yüce Rabbimizin rahmetini Müslümanlara bol bol ihsan ettiği belli vakitler vardır. Kameri aylardan Recep, Şaban ve Ramazan, manevi bereketi bol olan zamanlardır. İnşallah üç ayların başlangıcı Recep Ayı’na önümüzdeki Çarşamba günü kavuşacağız. Perşembeyi Cumaya bağlayan geceiseRegaib kandilini idrak edeceğiz.İslam Ümmeti tarafından üç aylar bereket ve mağfiret mevsimi olarak kabul edilmiştir. Sevgili peygamberimiz (s.a.s) Recep ayı girdiğinde; Allah’ım! Recep ve Şaban aylarını bize bereketli, Ramazan ayını da mübarek kıl.” diye dua ederdi.
Bu mübarek zamanlar, dünya hayatının meşguliyetleriyle bunalan ruhlarımızı dindirmek, Yüce Allah’ın merhametine sığınmak için büyük fırsatlardır. Unutmamak gerekir ki yapılacak dualar, tövbeler, istiğfarlar, iyilikler, hayır ve hasenatlar, üzüntü ve sevinçlerin paylaşılması, Rabbimizin katında mükâfatını bulacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:“Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan, cennete koşun”[ii] buyurulmaktadır. Zamanımızı bu bilinçle değerlendirirsek,hem Mevla’mızınaf ve mağfiretine kavuşur hem de ruhlarımızı huzura erdiririz.



Muhterem Cemaat!
Öncelikle bu ayları fırsat bilerek,yüce Rabbimizin“ Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır.Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir”[iii] buyurduğu Kur’an’ı çokça okumalı, ayetlerdeki hikmetleri düşünmeli, emir ve yasaklarından ders almalı, gökleri ve yeryüzünü, zerreden küreye varıncaya kadar - başta kendi yaratılışımız olmak üzere -bütün mahlûkatı tefekkür ederek,hikmetini kavramaya çalışmalıyız. Namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha suresinde;“(Allah’ım!) yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz”[iv]ilahi buyruğunu idrak ederek, kulluğumuzun derecesini bir daha gözden geçirmeli;“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil”[v]duasıyla da, Kur’an yolunda daim olmaya çalışmalıyız.
Kardeşlerim!
Bu gecede Rabbimizle, yakınlarımızla ve çevremizle bağlarımızı yeniden gözden geçirmeli, bu vesileyle iyi bir mümin olmanın iman-ibadet-ahlak bütünlüğünü sağlamaktan geçtiğini, bir kez daha hatırlamalıyız. Doğruluk ve dürüstlüğün, paylaşımın, hak ve hukuka riayetin, barış içinde yaşamanın, saygının insani erdemlere ulaşılabilecek, en üstün değerler olduğunu bilmeliyiz.
Değerli kardeşlerim, değerli hanımlar, sevgili gençler ve çocuklar; her birinizin kandilini tek tek tebrik ediyor, bütün müminlere ve insanlığa hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum. Dualarımız kabul, ibadetlerimiz makbul, hal ve hareketimiz

Ahmet B. Hanbel, 1/259

[ii]Al-i İmran,3/133

[iii] Bakara, 2

[iv] Fatiha, 5

[v] Fatiha, 6-7

Hazırlayan: İsmail KÖSEBEY
Redaksiyon: İst. Müftülüğü Hutbe Komisyonu
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : İSTANBUL
TARİH: 09.05.2014


HUZUR LİMANI: AİLE

Değerli Kardeşlerim!

Nasıl ki bina tuğlalardan, okyanus damlalardan, insan hücrelerden meydana geliyorsa toplumda ailelerden meydana gelir. Hücrenin sağlığı bedenin sağlığını etkilediği gibi ailenin sağlığı da toplumun sağlığını etkiler. Kelime olarak aile, "karşılıklı birbirine muhtaç olan, birbirine dayanan ve güvenen bireyler" demektir. Kelimenin kök anlamı, aile kurumunun, insan dayanışması, güven, ilgi, yardım ve fedakârlık üzerine kurulduğunun en bariz göstergesidir. Burada bireyler yüreklerini paylaşırlar. Onlar için ev bir barınak olmaktan öte bir sığınaktır. Dolayısıyla aile meydana getirmek, dünyanın en değerli kurumunu meydana getirmektir. Nitekim Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ey genç topluluğu! Aranızdan evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan korumak ve iffeti muhafaza etmek için en iyi yoldur."

Kardeşlerim!

Rabbimiz, erkek ve kadına, evlenerek bir yuvayı paylaşmalarını tavsiye eder. Peygamberimiz (s.a.v.)'de, "…Ben namaz da kılarım, uyurum da; oruç da tutarım, tutmadığım da olur; kadınlarla da evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir" buyurarak, evliliğin kendi sünneti olduğuna dikkat çekerken, hem bu tavsiyeyi pekiştirir hem de bu hayat tarzını, reddedenlere ikazda bulunur.

Değerli Kardeşlerim!

Evlilik, insana sükûnet aşılayan bir nimettir. Kalabalıklar içinde yalnız kalmış bir gönlü ancak bir eş şad edebilir. Sevginin en özelini, sıcak, müşfik dost elini, hayatı yaşanılır kılan paylaşımı ancak bir eş sunabilir. Bu durumu yüce kitabımızda Rabbimiz şöyle ifade etmektedir: "İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun




varlığının delillerindendir. Bunda, düşünen bir toplum için dersler vardır."
Değerli Mü'minler!

Kur'an-ı Kerim, ailenin sadece madden değil, manen ve ahlaken de korunmasını her inanan insana şöyle emreder:" Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz." Bu ayette yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşle sadece öte dünya muradedilmemektedir. Belki evin, öncelikle bu dünyada cenneti hatırlatan bir mutluluk yuvası olması gerekirken fakat korunamadığından içerisindeki bireylerin hatta duvarların insanı sıktığı, ıstırap ve azap verdiği bir cehenneme dönüşmesi kastedilmektedir.

Kıymetli Müslümanlar!

Duygularında istikrar olan bireylerin oluşturduğu ailelerde mutluluk olur.
Mutlu ailelerde, bireyler birbirlerini gözetirler. Mutlu ailelerde, "paylaşmak" esastır. Acılar ve elemler paylaşılarak küçültülür, mutluluk ve sevinçler de paylaşılarak büyütülür.
Mutlu ailelerde eşler uzlaşmayı bilirler. İstişare mekanizmasını işletirler. Kararları ortaklaşa alırlar. Fertler, birbirlerine "bağımlı" değil fakat "bağlı" dırlar. Bu bağlılık, fiziki olmaktan daha çok manevi ve duygusaldır.
Mutlu ailede eşler, yeteneklerini köreltmezler.
"Onlarla (eşlerinizle) hoşça ve güzelce geçinin, şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, bilesiniz ki Allah sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayırlar yaratmış olabilir." Evet, bu ayetten de anlıyoruz ki eşlerin yetenekleri köreltilmeyip ortaya çıkarıldığında ailede ki mutluluklar daha da çoğalarak artacaktır.

Kıymetli Kardeşlerim!

Anne ve babalar olarak biz müminlerin daimi niyazımız şu olmalı: "Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle."
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 23/05/2014

MİRAÇ KANDİLİ
Kardeşlerim!
İslâm âlemi olarak Pazar’ı Pazartesi’yebağlayan gece mübarek MiraçKandili’ni idrak edeceğiz.
İsrâ ve Miraç, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Mevla’nın sonsuz ayet ve kudretini müşahede etmek için semaya yaptığı, içinde pek çok ilahî hikmet ve bereketi barındıran manevî bir yolculuktur. Bu kutlu yolculuk, okuduğum ayet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir:
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”[1]
Kardeşlerim!
Miraç, bir yükseliştir. Her şeyden önce yükselme yollarının yegâne sahibinin Allah olduğunun bilincine varabilmektir.Fiziğin metafiziğe, bedenin ruha, ruhun sahibine, kulun Allah’a yükselişidir. Kullar bu yükselişi ancak, Allah’ın razı olacağı bir hayatı yaşayarak gerçekleştirirler. Miraç, sadık ve samimi bir iman, ibadet ve taat, ihlas ve takva, güzel huy ve ahlâk, hayır ve hasenat, hak ve hakikat, doğruluk ve dürüstlük, adalet ve sevgi, merhamet ve şefkat, dostluk ve kardeşlik, sabır ve sebat, fedakârlık ve cömertlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi fazilet ve erdemler ile yükselmektir.
Miraç, insanın kendi semasına yani kalbine ve iç dünyasına doğru da yapması gereken bir yolculuktur.
Miraç, Hz. Ebû Bekir gibi imanında gösterdiği teslimiyet ve sadakatle sıddîk mertebesine ulaşabilmektir.
Miraç, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in getirdiği değerler ile hastalıklı kalpleri nasıl tedavi ettiğini idrak edebilmektir.
Her yıl gelen miraçla inancımızı,bağlılığımızı ve samimiyetimizi yenileriz. Amellerimizi yenileriz. Riyaya, kibre, samimiyetsizliğe, ikiyüzlülüğe karşı amellerimizi gözden geçiririz. Her yıl gelen miraçla aile bağlarımızı, anne ve babamızla, yavrularımızla ve komşularımızla ilişkilerimizi yenileriz.
Miraç, malımızı mülkümüzü, paramızı pulumuzu, servetimizi, maddî gücümüzü ruhumuzun yükselişi yolunda gözden geçirmemizi sağlar.
Değerli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s), miraçtan üç büyük hediye ile dönmüştür. Birinci hediye, Sevgili Peygamberimizin “gözümün nuru” dediği beş vakit namazdır. Efendimiz (s.a.s), Miraç hâdisesinden sonra ümmetine dönmüş ve onları namaz ibadeti ile Yüce Mevlamıza manen yükselmeye davet etmiştir. Günde beş kez her mümin namaz aracılığıyla Rabbinin huzuruna yükselmektedir. Müminler, her namazda okudukları “tahiyyat” duası ile Sevgili Peygamberimizin yaşadığı bu hadiseyi tekrar tekrar düşünürler.
Namazla müminler birbirinden emin olur, saf tutar, omuz omuza verir. Namazla bütün kötülüklerden arınarak, mü’min kişiliğine ve kimliğine kavuşur. Allahu Ekber, der ve elinin tersiyle maddî olanı, gelip geçici olanı geriye iter. Rabbine yönelir, sadece O’nun önünde eğilir, sadece O’na secde eder. Namazla müminler kendi benlikleriyle barışır.
Namazla bedenin dili ruhun diliyle birleşir. Namaz tevhidin mücessem eylemidir. Ve kendisi miraç olan namaz, mümin için bir miraç müjdesidir.
Miracınİkinci hediyesi, Bakara suresinin son iki ayetidir. Her yatsı namazının ardından aşır olarak okuduğumuz “amenerrasulü”.
Bu ayetlere göre gücümüzün yettiği şeylerden sorumluyuz. Kendimizi düzeltmekten sorumluyuz. Helâl kazançtan sorumluyuz. Çoluk çocuğumuza helâl lokma yedirmekten sorumluyuz. Komşularımıza, çevremize karşı sorumluyuz. Kullandığımız her şeyden, istifade ettiğimiz her nimetten sorumluyuz.
Miracın üçüncühediyesi, istikametini imana çeviren, Allah’tan başkasına kulluk etmeyenlerin günahlarının bağışlanacağı ve sonunda cennete gireceği müjdesidir.
Aziz kardeşlerim!
Hutbeme miraç hediyesi ayetlerde geçen bir dua ile son vermek istiyorum:

“Ey Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla ve bize acı. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”[2]
Soma’da yaşanan faciada ve Balkanlarda yaşanan sel felaketinde vefat eden kardeşlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Makamları cennet olsun! Rabbim, ülkemizi, tüm İslam beldelerini bu tür acılardan, elemlerden, bela ve kazalardan, felaket ve musibetlerden muhafaza eylesin! Geride kalanlara, kederli ailelerine, yakınlarına ve sevenlerine sabır ve metanet lütfetmesi, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar ihsan etmesi için Rabbime dua ve niyaz ediyorum.
Miraç Kandilinin, milletçe, âlem-i İslam olarak yükselmemize ve yücelmemize vesile olmasını temenni ediyorum. Miraç kandiliniz mübarek olsun.


[1] İsrâ, 17/1.

[2] Bakara, 2/286.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 30.05.2014

TÖVBE VE İSTİĞFAR MEVSİMİ ÜÇ AYLAR

Aziz Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde tövbe ve istiğfarın adabını şöyle anlatıyor: “Bir kimse bir günah işler de ardından güzelce abdest alır, sonra kalkıp iki rekât namaz kılar ve Allah’tan mağfiret dilerse, Allah onu mutlaka bağışlar.” Daha sonra Peygamberimiz (s.a.s), söylediğini teyit maksadıyla şu ayeti tilavet ediyor: “Onlar, bir kötülük yaptıklarında ya da nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe ve istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” [1]
Aziz Kardeşlerim!
Hepimiz insanız. Nefsani zaaflarımız var. Heva ve heveslerimiz var. İstek ve ihtiraslarımız var. Bencillik ve kıskançlıklarımız var. Açgözlülük ve tamahkârlıklarımız var. Zaman zaman işlediğimiz hata ve günahlarımız var. Niyet, kalp ve düşüncelerimizde yöneldiğimiz kusurlarımız var. Dil, üslup, söz ve söylemlerimizde içine düştüğümüz yanlışlarımız var. Helalleşmemiz gereken kullar var. Helallik almamız gereken kardeşlerimiz var. Velhasıl ölüm gelip çatmadan, can boğaza dayanmadan arındırmamız gereken kalplerimiz, ellerimiz, ayaklarımız, dillerimiz, gözlerimiz, azalarımız topyekûn benliğimiz var…
Kıymetli Kardeşlerim!
Mümince bir şuurla daima hatalarımızı fark etmemiz, günahlarımızı terk etmemiz gerekiyor. Tövbe ve istiğfarda bulunmamız gerekiyor. Unutmayalım ki mümin, kötülüklere ve günahlara dalmada ısrarcı olmaz. Zira kötülük ve günahlara dalmak, kalbi karartır, basiret ve feraseti kaybettirir. En önemlisi de insanı aşağıların aşağısına yuvarlanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır.
Tövbe ve istiğfar, manevi kirlerden arınmak, sinelerimizdeki ağır yüklerden kurtulmak için Rabbimizin bizlere bahşettiği bir rahmet kapısıdır. Günahlardan arınmanın, hatalardan kurtulmanın yegâne yoludur. Rabbimize vereceğimiz hesabı düşünerek, hesap gününde Allah’ın huzuruna günahlarla çıkmamak için bu dünyada iken tedbir almaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle tövbe, günahlardan pişmanlık duymak,[2] günahı terk edip bir daha ona dönmemektir.[3]
İstiğfar, Allah’tan mağfiret ve bağışlanma dilemektir. O’nun sonsuz rahmetine ve engin merhametine sığınmaktır. Seherlerde gözyaşı ile “Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de affeyle!” diyerek O’na yalvarmaktır. Çünkü Rabbimiz Afüv’dür, çok affedicidir; Gafur’dur, çok bağışlayıcıdır; Tevvab’dır, tövbeleri çok çok kabul edendir. O, gazabıyla değil, rahmetiyle muamele edendir. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Yeter ki Hz. Âdem babamızla, Hz. Havva annemiz gibi nasûh bir tövbe ile “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[4] diyerek O’na yalvaralım.
Değerli Kardeşlerim!
Tövbe ve istiğfar, samimi, içten ve gönülden gelerek Rabbimize niyazımızdır. Tövbe ve istiğfar, bizi Rabbimize yaklaştırır, imanımızı kuvvetlendirir. Rabbimizin emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınma hususunda nefsimizi ve irademizi güçlendirir. Bizi kalben ve vicdanen ferahlatır. Fıtratımıza yönlendirir. Tertemiz yapar. Böylece Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in “Günahtan tövbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.” müjdesine nail oluruz.[5]
Tövbe ve istiğfar, bizi hayata bağlar, bize ümit verir, topluma huzur ve güven aşılar, hakların gözetilmesini sağlar. Suçlardan ve günahlardan arınmış temiz bir toplum kurmanın yolunu açar.
Kardeşlerim!
Nasûh, yani samimi bir tövbe, hem Rabbimizin emri, hem ibadet hem de kaybedilmiş değerleri yeniden kazanmanın vasıtasıdır. Gönül dünyamızı ve manevi yaşantımızı yeniden ihya etmenin, Rabbimizle bozulan ilişkileri yeniden onarmanın vesilesidir.
Hatalarımız ve günahlarımız ne kadar çok olursa olsun, hangi günahı işlemiş olursak olalım idrak etmekte olduğumuz mübarek üç aylar boyunca her daim tövbe ve istiğfarda bulunalım. Eğer üzerimizde başkalarının hakları varsa önce onlara haklarını iade edelim, onlarla helalleşelim. Sonra tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyelim. Unutmayalım ki geçmiş-gelecek bütün günahları affedildiği hâlde Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) “Benim de kalbim perdelenir ve ben her gün yüz defa istiğfar eder, Allah’tan bağışlanma dilerim” buyurmuştur. [6] Çünkü tövbe ve istiğfar, kulun Rabbi ile iletişim kurma vesilesidir. O halde bizler de tövbe ve istiğfarı, günlük yaşantımızın bir parçası haline getirelim.
Kardeşlerim!
Geliniz, hep birlikte, bugün, şu mübarek mekânda, şu bereketli Cuma saatinde, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bizlere öğrettiği seyyidül istiğfar duası ile hutbemizi bitirelim:
C:\Users\yusuf\AppData\Local\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image004.jpg

“Allah’ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh yok. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Ben gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve senin vaadine de güveniyorum. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana olan nimetini itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ediyorum. Günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur.”[7]


[1] Âl-i İmrân, 3/135; Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi’l-vitr, 26; İbn Hanbel, I, 9.

[2] İbn Hanbel, I, 423.

[3] İbn Hanbel, I, 446.

[4] A’râf, 7/23.

[5] İbn Mâce, Zühd, 30.

[6] Müslim, Zikir ve dua ve tevbe ve istiğfar, 41.

[7] İbn Hanbel, IV, 125.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 06.06.2014

DUA, İBADETİN ÖZÜDÜR
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “De ki! Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Dua, ibadetin özüdür”[2]
Kardeşlerim!
Dua, ruhun Allah’a doğru yükselişidir. Dua etmek, değer verilen bir aşkın, duyarlı olmanın ve sevmenin tecellisidir. Dua, zekânın karanlık gecesine aşkın yaptığı bir hamle ve uzattığı bir ışıktır. Aynı zamanda güvenmenin, inanmanın ve tanımanın yoludur dua. Dua ihtiyacını kendisinde öldüren bir toplum, pratikte fesat ve çöküşten korunabilecek unsurlara artık sahip değildir. Duanın etkisi bir toplumda zayıflamaya ve unutulmaya yüz tutarsa, o toplumun çöküşüne, dirençsiz kalmasına zemin hazırlanmış olur.
Dua, insan gücünün takviyesi, olumlu işlerin sürdürülmesi ve müminin, bireysel ve toplumsal hayatı düzenleme isteğidir. Sadece güçsüzlüğü karşılamak, sorumluluktan kaçmak, işsizlik, tembellik ve tehlikelerden uzak kalmak amacıyla dua edilmez. Yine sadece hayata karşı direnmek ve toplumsal sorumluluk bilincinin yokluğu gibi eksiklik ve zayıflıkları yenmek amacıyla dua edileceğini sananlar yanılırlar.
Değerli Müminler!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in yaptığı dualar salt birer dua değil; aynı zamanda dinî ve ahlâkî birer eğitim-öğretim metinleridir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in duaları, bizdeki yaygın biçimiyle maddî olarak ihtiyaç duyulan şeyleri isteme değildir. Bilakis onun dualarında beğenilen huyları ve insanî faziletleri isteme daha ağır basmaktadır. Onun duaları, toplum içinde mutluluk, adalet ve huzurun oluşması içindir. Alçaklık, adilik, zillet ve başkasına muhtaç olmaktan; zorbalık, baskı ve zulüm altında yaşamaktan; insanî zayıflık ve çöküş etkenlerinden kurtulma isteğidir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’den gelen dualarda hem talep hem tefekkür hem de kulluk yer almaktadır. Onun dualarının başında yer alan Allah’a hitap tarzları, Allah’ı tanıma konusunda bizlere rehberlik etmektedir. Onun duaları Allah’ı tanıma, insanı tanıma, ahlâkî erdem ve faziletleri elde etme, yüce ideallere ulaşma; her türlü kötülük, rezalet ve çirkinlikten uzaklaşma ve korunma hakkındadır.
Aziz Kardeşlerim!
Duanın kabul edilmesinin olmazsa olmaz şartlarından biri helal lokma, helal kazançtır. Bununla ilgili olarak Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir hadislerinde, uzun bir yolculuğa çıkmış, saçı başı dağılmış, toz toprak içinde kalmış bir adamı örnek vererek şöyle buyurur: “Bu adam ellerini semaya kaldırmış, ‘Ya Rabbi, Ya Rabbi!’ diye yalvarmaktadır. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır! Onun bu hâldeki duası nasıl kabul edilebilir ki!”[3] Bu yüzden, duası makbul bir kişi olmak isteyen Sa’d b. Ebû Vakkâs’a Resûlullah (s.a.s), “Yediklerinin helâl olmasına dikkat et ki, duaların kabul olsun.” tavsiyesinde bulunmuştur.[4]
Ana-babanın, yolcunun, mazlumun, adaletli yöneticinin ve oruçlunun duası, müminlerin birbirlerine yaptıkları dua, hac ve umre yapanların duası, Allah yolunda cihat edenlerin duası, üç aylarda yapılan dua, Cuma günü ve gecelerinde yapılan dua, iftar vaktinde yapılan dua, Arefe günü ve Arafat’ta yapılan dua, seher vakitlerinde yapılan dua, ezan okunduğu vakit ve ezan ile kamet arasında yapılan dua, yağmur yağarken ve Kâbe’yi görünce yapılan dua, namazda, secde halinde ve namazların ardından yapılan dualar, ihlas ve samimiyetle yapılan dualar, makbul dualardır.
Aziz Kardeşlerim!
Önümüzdeki hafta Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece, mübarek Berat Kandilini idrak edeceğiz. Berat, kurtuluş, af ve arınma gecesidir. Rahmet, icabet, gufran, kısmet ve takdir gecesidir. Berat Kandili, rahmet, mağfiret ve arınma mevsimi Ramazan-ı şerife sayılı günlerin kaldığının habercisidir. Hızla akıp giden ömür içerisinde bu mübarek gün ve gecelere bizleri eriştirdiği, bu güzel fırsatları bizlere bahşettiği için Cenab-ı Hakk’a ne kadar hamdetsek, ne kadar şükretsek azdır. Bu vesileyle mübarek Berat Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Berat gecesinin, gönüllerimizin arınmasına ve beratımızı almaya; ülkemizin, milletimizin ve topyekûn İslam âleminin her türlü dert ve sıkıntılardan bir an evvel kurtulmasına vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Kardeşlerim!
Hutbemizi, geliniz, hep birlikte, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in yaptığı dualarla bitirelim.
"Allah'ım! Bana öğrettiğin ilim ile beni faydalandır, bana fayda verecek ilmi bana öğret ve benim ilmimi artır. Her hâl üzere Allah'a hamdolsun! Cehennem ehlinin hâlinden Allah'a sığınırım." (Tirmizî, De’avât, 130)
"Allah'ım! Kederden ve üzüntüden, acizlikten ve tembellikten korkaklıktan ve cimrilikten, borç yükünden ve düşmanların galip gelmesinden Sana sığınırım." (Buhârî, De’avât, 39)
"Allah'ım! Fakirlikten, yokluktan ve zilletten Sana sığınırım. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım." (Ebû Davud, Salât, 367)
"Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, imansız kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olmayan duadan Sana sığınırım." (Müslim, Dua, 73)
"Allah'ım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve tenasül uzvumun şerrinden Sana sığınırım." (Tirmizî, Deâvât, 76)
"Allah'ım! Gazabından rızana, azabından affına, senden yine Sana sığınırım." (Malik, Dua, No: 497)
"Allah'ım! İşlediklerimin şerrinden ve işlemediklerimin şerrinden Sana sığınırım" (Müslim, Zikir, 64)
"Allah'ım! Kötü bir ömür sürmekten Sana sığınırım, kalp fitnesinden Sana sığınırım ve kabir azabından Sana sığınırım." (Nesâî, İstiâze, 16)
"Ey Allah'ım! Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi cehennem azabından koru." (Buhârî, De’avât, 55.)
"Allah'ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum." (Müslim, Dua, 7.)
"Allah'ım! Bana doğru olanı ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru." (Tirmizî, De’avât, 70)
"Allah'ım! Yaratılışımı güzel yaptın, ahlâkımı da güzelleştir." (İbn Hıbbân, Ed'ıye, No: 959)


[1] Furkan 25/77.

[2] Ebu Davud, Salat, 358.

[3] Müslim, Zekât, 65.

[4] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, VI, 310.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 13.06.2014

İMANIN ŞUBELERİ
Aziz kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar... İşte güven onların hakkıdır. Onlar, hidayet üzere olanlardır.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İman, yetmiş küsur şubeye ayrılır. En üst derecesi ‘La ilahe illallah’ sözüdür. En alt derecesi ise yolda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırıp atmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.”[2]
Saygıdeğer Müminler!
İman, sadece dil ile kalp arasında biten bir akit değildir. İman, bütün bir varlığı yorumlayan en temel değerler manzumesidir. Bu değerler manzumesinin mihveri ise Allah inancıdır. Allah inancı ile başlayıp peygamber ve ahiret inancı ile tamamlanan “âmentü” dünyasında, insanın varlığı anlam kazanır. İnsan, yaratılışın, hayatın ve ölümün anlamını, ancak imanla bulur.
İman, bir bütün olarak Allah’ın varlığını kabul ederek yaşamak ve Rabbimizin, kendisiyle, insanlarla ve tabiatla ilişkilerimizi düzenleyen bütün emir ve yasaklarına uymaktır.
Kardeşlerim!
İmanı yalnızca gönüllere, ibadeti de sadece camilere tahsis ettiğimiz zaman din, fonksiyonunu kaybeder. Ve iman, artık mümine hayat veremez olur. İslâm’ın “âmentü” anlayışı, kişiye iman ile hayatı birbirinden ayırma hakkı tanımaz. İman, “inandım” demekle bedeli ödeniveren bir dil olayı yahut bir vicdan hadisesi değildir. İman, kalbe hayat vermezse, ibadetler şuursuz birer alışkanlığa dönüşür.
Kardeşlerim!
İman, mümini salih amel işlemeye sevk etmelidir. Gerçekte mümin, imanını hayata yansıtabilen kimsedir. Salih amel, imanın en büyük göstergesidir. Sadece dille “inandım” demek, imanın göstergesi olarak yeterli değildir. İmanın sosyal hayatta tezahürleri bulunmaktadır. İman, sosyal boyutunu kaybettiği zaman Müslümanlar, toplumsal dinamiklerini yitirmeye, dolayısıyla da çökmeye başlarlar. Hele hele kötülüklerle, günahlarla, imanlarına bir de zulüm karıştırırlarsa bu sefer güven toplumu olma vasfını yitirirler. Unutmayalım ki İslam’ın birey ve toplum üzerindeki ahlaki, sosyal ve kültürel yansıması ancak iman ve salih amelle gerçekleşir.
Aziz Kardeşlerim!
Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), imanın formülü olan kelime-i tevhit ile yani Allah inancı ile yolda insanlara eziyet veren herhangi bir şeyi kaldırıp atmayı birleştirmiştir. Ve her ikisini de imanın tarifi içinde zikretmiştir. İşte bu iki kutup arasında meydana gelebilecek her anlamlı iş, insanlığın yararına olan her davranış, aslında imandandır ve onun bir yansımasıdır. Buna göre; doğruluk, dürüstlük, emanete riayet etmek, ahde vefa göstermek, ya hayır konuşmak ya da susmak, komşuya iyilik etmek, misafire ikram etmek, iyilikten yana olmak ve kötülüğe karşı tavır almak gibi nice güzel hasletler, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinde, hep imanın gereği olarak zikredilmiştir.
Kardeşlerim!
İmanın ve tevhidin sosyal boyutunu Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), yolda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırıp atmayı, iman kategorisi içinde değerlendirerek ifade etmiştir. Burada sadece fizikî anlamda yollarda, insanlara eziyet veren bir taşı yahut dikeni kaldırıp atmak değil; mecazî manada insanın hakka, hakikate, doğruya giden yoldaki engellerini kaldırmak da kastedilmiştir. Yol kesmenin en kötüsü, insanın Allah’a, Rasulüne, doğruya, güzele, hakka ve hakikate giden yolunu kesmektir. Yol açmanın en güzel çeşidi de insanın, doğruya giden yolunu açmak ve bu yoldaki engelleri kaldırmaktır. Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.s) bizlere bununla ilgili imanımızı ölçecek bir de ölçü ve kıstas vermiştir: “Kendi nefsiniz için istediğiniz bir şeyi kardeşiniz için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız.”[3]
Değerli Müminler!
Hadisin sonunda “Hayâ da imandan bir şubedir” denilerek özel bir vurgu yapılmıştır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in hadislerinde hayâ, basit bir utanma duygusu değildir. İnsandan çekinmek, toplumdan kaçmak hiç değildir. Hayâ, iyi işleri yapmaktan kaçmamak, kötü işleri yapmaktan çekinmektir. Peygamberimiz (s.a.s) hayâyı, bir insanın hayatta oluşunun göstergesi olarak vasıflandırmıştır. Hayâsını kaybeden, hayatını yani diri, yaşayan bir insan olma özelliğini yitirmiştir. Evet, hayâ, hayattır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), bir hadis-i şerifte şöyle buyurur: “Hayâ etmedikten sonra dilediğini yap.”
Kardeşlerim!
Geliniz, hutbemizi Rahmet Elçisinin bir başka hadisi ile bitirelim. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e “İman nedir Ya Rasulallah?” diye sorarlar. O da, “İman, seni dünyada mesut yaşatacak bir ahlak, Allah’ın haram kıldıklarından vazgeçirecek bir takva ve cahillerin cehaletinden uzak tutacak bir hilmdir yani vakur bir duruştur.” buyurur.[4]


[1] En’am 6/82.

[2] Müslim, İman 12 1/63.

[3] Buhârî, İmân, 7.

[4] Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, hadis no. 5005.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 20.06.2014

CAMİYE KOŞALIM, KUR’AN’LA BULUŞALIM
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten bu Kur’an, en doğru yola ulaştırır. İyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğlu ebediyete irtihal ettiği zaman amel defteri kapanır. Şu üç kişinin defteri ise kapanmaz ve bunlara sevap yazılmaya devam eder. Ardında sadakayı cariye, yani kalıcı bir hayır bırakan kişi. İlmini insanlığın hayır ve hizmetine sunan kişi. Kendisine hayır duada bulunan bir evlat yetiştiren kişi.”[2]
Kardeşlerim!
Bir kitap düşünün! İnsanlık âlemini evrensel değerlerle buluşturdu. Aşağıların aşağısına yuvarlanmış insanlığı yüksek değerlere kavuşturdu.
Bir kitap düşünün! İnsanlığı hak, hakikat, adalet, ahlak, fazilet, birlik, beraberlik ve kardeşlikle tanıştırdı.
Bir kitap düşünün! Medine’de bir medeniyet nüvesi meydana getirdi. Kızgın çölün bereketsiz topraklarında bedevi insanlardan, medeni bir toplum oluşturdu.
Bir kitap düşünün! Küfür, şirk, kin, nefret ve intikam toplumunu, hem de çok kısa bir zaman diliminde iman, İslâm, sevgi, muhabbet ve rahmet toplumuna dönüştürdü.
Aziz kardeşlerim!
İşte Yüce Kitabımız Kur’an’ın mesaj ve anlam dünyası ile çocuklarımızı ve gençlerimizi buluşturmak en başta gelen vazifemizdir! Unutmayalım ki yeryüzünde bulunan her şey bize birer emanet olarak verilmiştir. Sahip olduğumuz bütün nimetler, bizlere Allah’ın emanetidir. Gerçek şu ki; bize verilen en büyük ve en değerli emanet, ciğerparelerimiz olan çocuklarımızdır.
Bizler, dünyaya veda ettikten sonra arkamızdan hayır dualar edecek salih evlat bırakmalıyız. Dualarımızı en çok bu yönde yapmalıyız. Allah’tan salih evlat istemeliyiz. Yavrularımızın salih birer evlat olarak hayatlarını devam ettirebilmeleri için üzerimize düşen vazifeler vardır. Her evladın ana-baba üzerindeki en büyük hakkı, her şeyden önce ona bir benlik, bir kişilik ve kimlik kazandırmasıdır.
Yavrularımıza benlik kazandırabilmek için öncelikle onlara hayatın manasını öğretmeliyiz. İnsanın değerini, yaratılış gayesini, nereden geldiğini ve nereye gideceğini öğretmeliyiz.
İkinci olarak çocuklarımıza kişilik kazandırmalıyız. Kişilik ise her şeyden önce güzel ahlak ile şekillenir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bu konuda “Hiçbir anne-baba, çocuğuna güzel ahlaktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır.”[3] buyurmuştur.
Üçüncü olarak yavrularımıza kimlik kazandırmalıyız. Onları Allah’a kul, Muhammed Mustafa (s.a.s)’ya ümmet, İslam’ın değerler manzumesi ile donanmış erdemli kişiler olarak yetiştirmek, bu hayattaki en önemli görevimizdir.
Kardeşlerim!
Bir hafta önce bir eğitim ve öğretim dönemi daha sona erdi. Çocuklarımızın Kur’an ile, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in örnek hayatı ile, cami, mihrap ve minber ile, ibadetlerle tanışmaları ve buluşmaları için çok güzel bir fırsat mevsimi başlıyor… 23 Haziran’da başlayıp 22 Ağustos’a kadar devam edecek olan Yaz Kur’an Kurslarımız açılıyor. Bu yaz, “Camiye koşalım, Kur’an’la buluşalım” şiarıyla camilerimiz göz aydınlığı çocuklarımızla şenlenecek…
Aziz Kardeşlerim!
Yavrularımızın yaz Kur’an kurslarına katılmasına anne-babalar olarak rehberlik ve öncülük edelim! Çocuklarımızı, hocalarımıza emanet edelim! İki ay içerisinde cami ile tanışıp, caminin manevi atmosferi içerisinde koşuştursunlar! Kelime-i şehadeti, kelime-i tevhidi öğrensinler! Rabbimizi tanıyıp bilsinler! İnancımızı, abdesti, namazı, zekâtı, haccı, orucu öğrensinler! İnsanî ve ahlâkî erdemleri, sevgiyi, saygıyı, doğruluğu, dürüstlüğü öğrensinler! Paylaşmayı, yardımlaşmayı, dayanışmayı, merhameti, kardeşliği, birlik ve beraberliği öğrensinler! Kur’an’la tanışsınlar, Allah’ın kitabını okusunlar! Zira onları vatanımıza, milletimize, Müslümanlara ve tüm insanlığa faydalı ve hayırlı birer insan; bizlere hayır dua eden salih bir evlat olarak yetiştirmeye, bugün, her zamankinden daha fazla muhtacız.
Aziz Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde ideal gençliği, “neşeyi Rabbine ibadette bulan gençlik” diye tarif etmiştir. Ne hazindir ki, bugün, bazı gençlerimizin neşeyi nerelerde bulmaya çalıştığını ve oraların, onların ömürlerini nasıl törpülediğini, hayatlarını nasıl tahrip ettiğini hepimiz biliyoruz. Zira neşeyi Rabbine ibadette bulamayan gençlik, neşeyi, sevinci, huzuru başka yerlerde arayacaktır.
Unutmayalım ki, milletlerin istikbâli gözlerindeki ışığa bağlıdır. Gözlerinin nurunu kaybeden milletler, geleceği göremezler, sağlam bir istikbal inşa edemezler. Çocuklarımız, gençlerimiz, gözlerimizin nurudur; kalplerimizin sürurudur. Hutbemi Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bizlere öğrettiği bir dua ile bitirmek istiyorum:
"Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle"[SUP][SUP][4][/SUP][/SUP]


[1] İsra, 17/9.

[2] Tirmizî, Ahkâm, 36.

[3] Tirmizî, Birr ve Sıla, 33.

[4] Furkân, 25/74.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 27.06.2014


KİMSE KİMSESİZ KALMASIN, BU
RAMAZAN VE HER ZAMAN!
Muhterem Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine şefkat göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı (bir mümin) acı çektiği zaman, bedenin diğer (organları/müminler) de uykusuz kalıp acı çekerler.”[2]
Kardeşlerim!
Rahmet ayı, Kur’an ve oruç ayı, manevi atmosferimizi süsleyerek bir kez daha kapımızı çaldı. On bir ayın sultanı, bereketi ile geldi. Zerâfeti ile esenliği ile geldi. Ramazan bizlere yine paylaşma, kardeş olma, birlik olma, arınma ve bağışlanma mesajları getirdi.
Kardeşlerim!
Ramazan, insanlara birbirlerini sevmeyi, kardeşliği ve hürriyeti öğreten bir mekteptir. Ramazan, bir medeniyettir, bir dünya görüşüdür. Ramazan, sadece ağzımıza ve nefsimize gem vurulan günler değildir. Ramazan yoksulların, düşkünlerin, muhtaçların, kimsesizlerin, yetim ve öksüzlerin, yaşlıların hatırlandığı ve korunduğu bir aydır. Ramazan, sıcacık yuvasından ayrılmak zorunda kalan kardeşlerimizin derdiyle hemhal olma vaktidir. Bereketli sahurlarıyla, duygu yüklü iftarlarıyla, gönüllere şifa Kur’anlarıyla tam bir kazanç iklimidir Ramazan.
Kardeşlerim!
Yüce dinimiz İslam, birlikte hareket etmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı ve hayatı birbirimize kolaylaştırmayı emreder. Bencilliği, diğerini yok saymayı, çevreye karşı duyarsızlığı yasaklar. Peygamberimiz (s.a.s), hiç kimsenin kendisini yalnız, kimsesiz, çaresiz hissetmesine, ümitsizlik ve karamsarlığa düşmesine kayıtsız kalmamıştır. İhtiyacı olsa da başkalarını kendisine tercih etmiş, kimseyi kapısından boş çevirmemiş; yoksula, yetime, kimsesize, çocuğa, kadına, hastaya, yaşlıya daima şefkat ve merhamet kanatlarını germiştir. Allah Resulü, “Kişi kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe tam anlamıyla iman etmiş olamaz.”[3] sözleriyle müminlerde bulunması gereken merhamet, muhabbet, şefkat gibi güzel hasletlere vurgu yapmış ve hayatı boyunca da bunları tatbik ederek kimsesizlerin kimsesi olmuştur.
Aziz Kardeşlerim!
İslam’ın huzur ve barış ikliminden giderek uzaklaşan günümüz insanının yitirmeye yüz tuttuğu nice değerler var. İşte bu değerlerden biri de yüce dinimizin üzerinde hassasiyetle durduğu toplumsal duyarlılık, başka bir ifadeyle yardımlaşma ve diğerkâmlıktır. Ancak ne acıdır ki modern yalnızlık, modern zamanların ciddi bir hastalığı olmaya başladı. Her türlü hazzın ve hızın arasında sıkışmış, her türlü imkâna, lükse sahip olan ancak kalabalıklar arasında yalnızlaşan nice insanlarımız vardır. Komşularınca tanınmayanlar, bilinmeyenler çoğaldı. Evinin içinde ailenin şefkat ve muhabbet damarlarını televizyon, bilgisayar, internet ve telefonla koparanlar vardır. Kentlerin büyük meydanlarında ve caddelerinde elini kolunu sallayan nice hür görünen mahkumlar vardır. Huzurevlerinde huzura hasret, evladına torunlarına hasret nice büyüklerimiz vardır. Oysa içinde yaşlısı olan bir ev asıl huzurevi değil midir?
Sevgi evlerinde sevgiye, şefkate, ilgiye bir tebessüme muhtaç nice yavrularımız vardır. Anne-baba şefkatinden, sıcacık bir yuvadan mahrum sokak çocuklarımız vardır. Oysa, yetime, öksüze, kimsesize sahip çıkmak Efendimize cennette komşu olabilmenin anahtarı değil midir? Çadır kentlerde bir Ramazanı daha karşılayacak kardeşlerimiz var. Oysa kanayan bir yarayı sarmak mümin olmanın gereği değil midir?
Kardeşlerim!
İnsanın yalnızca zor durumlarda değil, hayatın her anında ilgi ve desteğe, uzatılacak bir ele, gönül alıcı bir söze, içten bir tebessüme ihtiyacı vardır. Unutulmamalıdır ki yoksulluk sadece varlığın yok olması demek değildir. Yoksulluk aynı zamanda içimizdeki merhamet şefkat gibi insani değerlerin yok olmasıdır.
Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu yılki Ramazan ayının temasını “Hiç kimse kimsesiz kalmasın, bu Ramazan ve her zaman” olarak belirlemiştir. Diğerkâmlık, fedakârlık, paylaşma, yardımlaşma, birlik ve beraberlik duygularının yoğun bir şekilde hissedildiği Ramazan ayı, bu açıdan hepimiz için iyi bir fırsattır, bir imkandır. Bu kutlu ayda, gönül dünyamızı bütün kardeşlerimize açarak, huzur ve mutluluğa vesile olmak büyük bir kazanım ve bahtiyarlık olacaktır. Hepimiz Ramazanın rahmet ikliminde kardeşliği soluklamalıyız. “Ben” merkezli düşüncelerden arınarak “Biz” merkezli düşüncelerle kimsesizlerin kimsesi olmalıyız. Unutmayalım ki, kendisi için istediğini kardeşi için de istemek kendisi için istemediğini onun için de istememek müminin vazgeçilmez ahlaki bir değeridir.


[1] Mâide, 5/2.

[2] Müslim, Birr ve Sıla, 66.

[3] Buhârî, İmân, 7.

Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İL : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 11.07.2014

KİMSESİZLERİN KİMSESİ OLABİLMEK
Muhterem Kardeşlerim!
Günümüzde bencillik, bireysellik, dünyevileşme ve nemelazımcılık gibi olumsuzluklar insanoğlunu adeta esir almış durumdadır. Bu olumsuzluklar, insanı yalnızlaştırmış ve ona büyük kayıplar, yoksunluklar yaşatmıştır. Çağımızın en büyük kaybı, pek çok insanın hazzı peşinde koşarken, yaratılış hikmeti ve gayesini, hayatın anlamını unutmasıdır. Günümüzün en önemli sorunu, her türlü imkanasahip olduğu halde insanın gittikçe yalnızlaşmasıdır. Yalnızlaşmak, milyonlarca insanın içinde yapayalnız kalmaktır. Yalnızlaşmak, çevreye duyarsızlaşmak, kardeşin derdiyle hemhal olamamaktır. Yalnızlaşmak, mahrumiyet ve yoksullaşmaktır. Asıl yoksulluk da, maddi imkanlardan değil, sıcacık dostluklardan yoksun olmaktır.
Kardeşlerim!
Ne acıdır ki, günümüzde aynı evi, ortamı paylaştıklarımızla iletişim kuramaz hale geldik. Ellerde tabletler, akıllı telefonlar... Ekran karşısında suskunca geçirilen uzun saatler... İletişim çağında iletişim kurmadan geçen bir hayata şahit oluyoruz. Hayal dünyasında mutluluk arayan teknoloji bağımlısı nice modern yalnızlarımız var. Bu Ramazanda candan sevgiye muhtaç bu kardeşlerimizi de hatırlamalıyız. Ailemizden başlayarak her yalnızla iletişim kurmalıyız.
Aziz Kardeşlerim!
Şiddetten, savaştan, ölümden kaçarken evinden ayrı düşmüşmilyonlarca kardeşimiz var. Suriye’den ülkemize gelen bir milyonu aşkın mülteci bulunmaktadır. Onlar bizim muhacirlerimizdir. Bize düşen onlara ensar olmak, gönül kapılarımızı açıp, el uzatmaktır. Zira Müslümanın ahlakı, kimseyi kimsesiz bırakmamak, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gidermektir.
Kardeşlerim!
Büyükşehirlerimizde üç binin üzerinde evladımız kimsesiz olarak sokaklarda yaşamaktadır. Bu yavrularımız sıcacık bir yuvaya, ilgiye, bir şefkat eline hasrettir. Gün, kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin sesi olma günüdür. Gün, sokaklarda yatıp kalkan evlatlarımıza kol-kanat germe günüdür. Müslüman bir toplumda sokakta çocuk kalmamalıdır. İşte Ramazan, bu çocuklarımıza sahip çıkmak, onları topluma kazandırmak için bir başlangıca vesile olmalıdır.
Kardeşlerim!
Günümüze kadar İslam toplumlarında görülmemiş huzurevlerinde kalan yaşlılarımız var. Şu an ülkemizde yirmi binin üzerinde büyüğümüz yalnızlığa terk edilmiş durumdadır. Eli öpülesi büyüklerimizin gönderildiği o mekanlara aslında huzurevi diyemeyiz. Evlat hasreti içerisinde, torunlarını kucaklayamadan yalnızlığa mahkum edilenlere sahip çıkmalıyız. “Büyüklerimize saygı, küçüklerimize sevgi ve şefkat göstermeyen bizden değildir.”[1] diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu asla unutmamalıyız.
Kıymetli Kardeşlerim!
Şiddetin, savaşın, açlığın sardığı ülkelerde çok sayıda çocuk yetim kalmaktadır. Dünya üzerinde binlerce çocuk her gün dilenci şebekeleri, organ mafyası gibi karanlık odakların ağına düşmektedir. Bununla beraber boşanmaların artması, ailelerin parçalanması, öksüz ve yetimlerin sayısını artırmaktadır. Şu an dünya üzerinde üç yüz milyon civarında yetim bulunmaktadır. Ülkemizde, çocuk yuvası, çocuk evi, sevgi evi ve yetiştirme yurtlarında günümüz itibariyle yaklaşık on iki bin yavrumuz kalmaktadır. Diğer yandan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette yan yana olacağız.”[2]“Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse Allah onu mutlaka cennete koyar.[SUP][SUP][3][/SUP][/SUP]buyurmaktadır.Bu nebevi müjdeyi yeniden düşünerek bu Ramazanda hep birlikte yetimlere sahip çıkmalıyız. Sıcak bir yuva özlemi çeken yavrularımızı bağrımıza basarak onlara şefkatli bir anne kucağı olmalıyız.Hayatlarının baharında hayatın yükünü sırtlamış bu minik bedenlere destek olmalıyız. Onlara manevi yalnızlıklarını unutturmalıyız.
Kardeşlerim!
Bizler, henüz dünyaya gelmeden yetim, 6 yaşında iken de öksüz kalan ve Yüce Rabbimizin “O, seni yetim bulup barındırmadı mı?...Öyleyse sakın yetimi ezme!”[SUP][SUP][4][/SUP][/SUP] hitabına muhatap olan Gönüller Sultanı Efendimizin ümmetiyiz. Unutmayalım ki Rahmet Peygamberi hayatı boyunca hep yetimleri, öksüzleri, kimsesizleri gözetmiş ve korumuştur. Efendimiz (s.a.s), yetimi itip kakan, ona hor davrananları ise şöyle uyarmıştır: “Evlerin en hayırlısı, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin bulunduğu evdir. Evlerin en kötüsü ise kendisine iyi davranılmayan bir yetimin bulunduğu evdir.”[5]
Kardeşlerim!
Yetimler, öksüzler ümmetin Enes’i, Beşir’i, Abdullah’ıdır.Yetimler-kimsesizler, bizler için bir yük değil bir bereket vesilesidir. Bu yavrularımız, bize Allah Resulü (s.a.s)’nün birer emanetidir.Ve unutmayalım ki emanete sahip çıkmak onun ümmetinin bir niteliğidir.


[1]Tirmizî, Birr ve Sıla, 15.

[2] Buhârî, Talâk, 25.

[3]Tirmizî, Birr ve sıla, 14.

[4]Duha, 93/7-9.

[5]İbnMâce, Edeb, 6.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 

UĞUR BAŞAR

Uğur Başar
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
10 Eki 2010
Mesajlar
4,000
Tepki puanı
419
Puanları
83
Yaş
48
İLİ : TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 18.07.2014

MAZLUMLARIN ÜMİDİ OLABİLMEK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz...”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Nasıl bir uzvu rahatsızlandığında bedenin diğer uzuvları uykusuzluk ve ateş ile onun için çırpınırsa, müminleri de birbirine karşı merhamet, muhabbet ve şefkat gösterme hususunda böyle bir beden bütünlüğü içerisinde görürsün.”[2]
Kardeşlerim!
Bir rahmet, mağfiret iklimi olan şu mübarek günlerde İslam dünyasının çeşitli yerlerinden felaket haberleri gelmektedir. Ne acıdır ki, son yıllarda Ramazana, gönüllerimiz mahzun, gözlerimiz yaşlı olarak giriyoruz. Bu sene, İslam dünyası olarak yine büyük bir üzüntüyle Ramazanı geçiriyoruz. İslam dünyası bir yandan harici saldırı ve tehditlere maruz kalırken diğer yandan da kendi içinde bitmez tükenmez siyasi mücadelelerin yol açtığı kan, gözyaşı, feryat ve iniltilerle sarsılmaktadır. Saltanat ve hükümranlık sevdası, güç ve iktidar tutkusu, kardeşi kardeşe kırdırmaktadır. İslam’ın bir kısım cahil müntesipleri, ihtirasları uğruna hayatı birbirilerine zehir etmektedir. Oysa, bir insanın katlini bütün insanlığın katli sayan bir dinin mensuplarının şiddet, çatışma, öldürme ve katliam hadiseleriyle anılması ne kadar da üzüntü vericidir.
Kıymetli Kardeşlerim!
İslam dünyasındaki bu olumsuzlukların yanında son günlerde bir de İsrail’in Gazze’de, masum insanlara yönelik zalim saldırısı kalplerimizi bir kez daha yaraladı. Ramazan, oruç, iftar, sahur, teravih demeden; kadın, erkek, yaşlı, bebek ayrımı gözetmeden kardeşlerimizin üzerine yağdırılan her bomba yüreğimize saplanıyor. Gönüllerimiz kan ağlıyor. Yangınlarla kasıp kavruluyoruz. Yere düşen her damla kan, mazlumun gözünden dökülen her damla gözyaşı, zihin ve gönül dünyamızı param parça ediyor.
Değerli Kardeşlerim!
İnancımızda ümitsizliğe yer yoktur. Bütün bu olumsuz ve üzücü durumlar elbette geçecektir. Yeter ki, dünyaya tarih boyunca umut olmuş ve olmaya devam eden bir milletin çocukları olarak bizler, aramızdaki birlik ruhunu ayakta tutarak mazluma, masuma ve mahruma el uzatmaya devam edelim. Unutmayalım ki, zalime destek olmak, zulme sessiz kalmak Müslüman ahlakıyla asla bağdaşmaz. Peygamberimiz (s.a.s), böyle hareket edenleri şu hadis-i şerifleriyle uyarmıştır: “Zulme yardımcı olan kimse, kuşkusuz Allah’ın gazabına uğrar.”[3] “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.”[4]
Kardeşlerim!
Bizlere düşen görev zalimin yanında değil her daim mazlumun ve mağdurun tarafında olmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve onu hor görmez.”[SUP][SUP][5][/SUP][/SUP] buyurmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun zulme sessiz kalmak, mazluma, masuma el uzatmamak, bu nebevi öğretiden mahrum kalmaktır. Bize düşen görev, Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali en azından avuçlarımızda ateşi söndürecek suyu taşımaktır. Bize düşen, yaşanan bu olaylar karşısında mazlumun duası ile Allah arasında perde olmadığını bilerek elimizden geldiğince maddi ve manevi destek olmaktır.
Kardeşlerim!
İsrail’in Filistin’e yönelik acımasız saldırısı yeni değildir. 2009 yılında da birçok can ve mal kaybına yol açan Gazze saldırıları sonucunda yaraları sarmak amacıyla Türkiye genelinde bir yardım kampanyası başlatılmış; milletimiz, merhamet ve cömertlik duygularıyla yardımlarını esirgememişti. Toplanan bu yardımlar Filistin’deki kardeşlerimize sağlık, gıda, temizlik ve giyim gibi temel ihtiyaç malzemeleri olarak gönderilmişti. Gazze halkının acısı paylaşılarak yaralarına merhem olunmaya çalışılmıştı. Bugünkü acı tablo karşısında yeniden ülke çapında yardım toplama zarureti hasıl olmuştur. Başkanlığımızın başlattığı bu kampanyaya, her zaman olduğu gibi yardımlarınızı esirgemeyeceğiniz ümidiyle, mazlum, mağdur Filistinli kardeşlerimize yapacağınız yardımların kabulünü Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Kardeşlerim!
Bu mübarek ayda, bu mübarek günde bu mübarek mekânda bizler Rabbimize el açıp diyoruz ki:
Rabbimiz! Bizleri insanlığını unutanlardan değil, insanca yaşayanlardan eyle. Rabbimiz! Şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde varlık mücadelesi veren kardeşlerimize rahmetinle, nusretinle muamele eyle. Allah’ım! Dünyanın muhtelif yerlerinde katliamlarda hayatını yitiren kardeşlerimize rahmet eyle! Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar ihsan eyle! Alem-i İslam’ı içine düştüğü fitnelerden, tefrikadan, cehaletten, kan ve gözyaşından kurtar. Bizlere yeniden aziz bir ümmet olarak adaleti ayakta tutmayı nasip eyle. Şu mübarek vaktin hürmetine dualarımızı kabul eyle.


[1][SUP] Al-i İmran 3/103.[/SUP]

[2][SUP] Buharî, Edep, 27.[/SUP]

[3][SUP] Ebû Dâvûd, Kadâ, 14.[/SUP]

[4] [SUP]Ebû Dâvûd, Melâhim, 17.[/SUP]

[5][SUP] Müslim, Birr ve Sıla 32.[/SUP]
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst