Emir

Emirhan SERKUŞ,
Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
7,991
Tepki puanı
239
Puanları
0
Yaş
42
Önümüzdeki cuma günü idrâk edeceğimiz mübârek recep ayı, Kamerî ayların yedincisidir. “Eşhuru hurum”dan olan bu ay, ŞEHRULLAH yani Allah Teâlâ’nın ayıdır. Bu aya oruçlu girmeli ve bu ayda çok iltica etmelidir.

Recep ayının 1’inci günü oruç tutanlara 3 senelik, 2’nci günü oruç tutanlara 2 senelik, 3’ncü günü oruç tutanlara ise 1 senelik nâfile oruç sevâbı verillir. Bu, hadîs-i şerîf ile sâbittir. Üç günden sonra her gününe birer ay oruç sevâbı verilir.

Bu ay Cenâb-ı Hakk’a mahsus bir ay olduğu için yalnız Zât-ı İlâhi’yi bildiren İhlâs Sûresi’ni çok okumak lâzımdır. Bilhassa bu aya hürmet olarak, ayrıca günde 11 defa İhlâs-ı Şerif okumalı, tevhid, istiğfar ve salavât-ı şerifeyi ihmâl etmemelidir.

Bu ayda 2 kandil vardır:

1. İlk cuma gecesi “Regâib Kandili”,

2. Yirmiyedinci gecesi “Mî’rac Kandili”dir.

Bu ayin birinci gecesi bir tesbih namazı kılınır. Veya Receb-i Şerif’in ilk onu zarfında bir def’aya mahsus olmak üzere kılınan on rek’at namaz da kılınabilir.

Recep ayında her gün, başında ve sonunda 7’şer Fâtiha okumak suretiyle 100 İhlâs-ı Şerif okumak da çok sevaptır. Bu ayda, mümkün olduğu kadar Hatm-i enbiyâ yapmalı ve oruç tutmalıdır. 13, 14, ve 15’inci günlerinde oruç tutanlar, bu sünnet-i seniyyeyi yerine getirdiklerinden, nice hastalıklardan sifa bulurlar


Receb’in; 1’i ile 10’u arasında, 11’i ile 20’si arasında ve 21’i ile 30’u arasında olmak üzere sadece birer defa kılınacak 10’ar rek’at Hâcet namazı vardır. Bunların her üçünün de kılınış şekli aynıdır. Yalnızca namazların sonlarında okunacak duâlarda fark vardır. Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat, cuma ve pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması efdaldir.

Bu namaz, mü’min ile münâfığı ayırır. Bu 30 rek’at namazı kılanlar, hidâyete ererler. Münâfıklar bu namazı kılamazlar. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek’at namaz Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in berberi, Selmân-ı Pâk (r.a.) hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir.

Kılınış şekli: Hâcet namazına şu niyetle başlanır: “Yâ Rabbî, beni, dünyayı teşrifleriyle nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i şerif hürmetine, feyz-i ilâhine, afv-ı ilâhine, rızâ-i ilâhine nâil eyle. Âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle. Dünya ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle. Rızâ-i şerifin için, Allâhü Ekber.”

Her rek’atte 1 Fâtiha, 3 Kulyâ eyyühe’l-kâfirûn, 3 İhlâs-ı şerif okuyup, 2 rek’atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek’at tamamlanır.

` İlk on gün içinde kılınan namazdan sonra, 11 defa “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît. Ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihi’l-hayr. Ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okunup duâ edilir.

` İkinci on gün içinde yani Receb’in 11’i ile 20’si arasında kılınan 10 rek’atten sonra, 11 defa: “İlâhen vâhıden ehaden sameden ferden vitren hayyen kayyûmen dâimen ebedâ” okunup duâ edilir.

` Üçüncü on gün içinde, yani Receb’in 21’i ile 30’u arasında kılınan 10 rek’atten sonra da 11 kere: “Allâhümme lâ mânia limâ â’tayte, velâ mû’tiye limâ menâ’te, velâ raadde limâ kadayte, velâ mübeddile limâ hakemte, velâ yenfeu ze’l-ceddi minke’l-ceddü. Sübhâne rabbiye’l-aliyyi’l-â’le’l-vehhâb. Sübhâne rabbiye’l-aliyyi’l-â’le’l-vehhâb. Sübhâne rabbiye’l-âliyyi’l-â’le’l-kerîmi’l-vehhâb. Yâ vehhâbü yâ vehhâbü yâ vehhâb” okuyup duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
 

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
21.01.2011

HER İŞTE ADİL OLMAK İSLAMIN EMRİDİR.

Sevgili kardeşlerim!
Haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek olarak tanımlanan adalet, müslümanın vazgeçilmezi ve aynı zamanda vasıflarındandır. Adaletin olmadığı toplumlarda yolsuzluk ve kavga olur. Hürriyet mevzuunda, Hakkın takdir buyurduğu sınırlar içinde kalma adalet istikamet; sınır tanımamazlık ise zulüm ve haksızlıktır. Ce- nab-ı Hak Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır. “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığıda yasaklar. O,düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”(1)

Sevgili kardeşlerim!
Adalet hemen her konuda dengeyi koruma ve İtidalli olmanın kur’an kaynaklı adı; zulüm ise her alanda dengeleri alt-üst etmenin ünvanıdır. İnsanın saadetini iki cihanda gaye edinen İslam hak ve adalet meselesine büyük önem vermiştir. Allah adildir, adli de bunu gerektirir. Bu sebeple Yüce Allah K.Kerim’de hak ve adaletin her alanda gerçekleştirilebilmesi için çokça beyanda bulunmuştur. Bu çerçevede hangi seviyede olursa olsun bir yöneticinin yönettiği müessesede, bir hâkimin baktığı davada, bir şahidin şahitlik yaptığı konuda, bir aile reisinin aile içi münasebetlerde, bir tacirin ticari hayatta ve bir müminin insanlarla ilişkilerinde hakkı gözetmesini ve adaleti ikame etmesini emretmiştir.
Kısaca adalet hassasiyetine sahip, adalet timsali kimseler olmamızı istemiştir.
Bu konuda Peygamberimiz (s.a.s), ”Hükmünde, yönetimi, velayeti altındakiler hakkında adil davrananlar Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.”(2) buyurarak adil olmanın semeresini hatırlatmıştır.

Sevgili kardeşlerim!
Aile ve toplumların huzur ve refahı adaletle mümkündür. Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim de; “Ey iman edenler Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah’tan korkun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(3) buyurarak zulme ve bozgunculuğa razı olmadığını bildiriyor.

Sevgili kardeşlerim!
Adil-i mutlak olan Allah zalimlerin yaptık-larından asla gafil değildir. Zulüm ve ihanet edenler şüphesiz ilahi adalet önünde hesaplarını en ince teferruatına kadar vereceklerdir. Yine başka bir ayet-i kerimede de “Muhakkak, Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasın da hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmemi emreder.”(4)
Peygamberimiz (sav); “Kıyamet günün de insanların Allah’u Teala ya en sevgili olanı, Allah‘a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır”(5) buyurarak adaletin nedenli önemli olduğuna bir kez daha işaret etmiştir.
Sevgili kardeşlerim!
Sonuç olarak diyebiliriz ki toplum hayatının temeli, dinimizde net olarak görüldüğü üzere adalettir. Peygamberimiz (sav)’in hayatından başlayarak kim olursa olsun, düşman bile olsa haklıya hakkının teslim edilmesi ve hukuka riayet edilmesi emrediliyor bize.
 

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
Hayırlı Cumalar Sevgili RFC Dostlarım.


28/01/2011

BİD’AT VE HURAFELERDEN UZAK DURULMALI

Değerli Kardeşlerim!
Bid'at; İcat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek anlamlarına gelip, “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan ve dini olan her şeydir.” (1) diye tarif edilmiştir.
Hurafe ise; Dinde olmayan ve sonradan dine eklendiği belli olan, boş, batıl inanışlar; akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı sözlerdir,
Hurafeler; İnanç alanına girdiği için din ile alakalıdır. Dinin temel inançlarıyla çeliştiğinde ise müslümanı küfre kadar götürebilir. Günümüzde töre adı altında meydana çıkan ve dinimizle bağdaşmayan amelleri Hurafe olarak kabul edebiliriz.

Aziz Kardeşlerim!
Her ibadetin kendine ait kuralları vardır. Bu kuralları koyan dinin sahibi Allahü Tealâ ’dır. Hiçbir kimsenin kendi anlayışına göre kural koyma yetkisi olamaz. İbadetlerimize sonradan ekleme yapmak, bid'at karıştırmak büyük günahtır. Bid’ati sünnet diye işlemek ise haramdır.
Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:
“Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehen- neme götürür.” (2) buyurmaktadır

Değerli Kardeşlerim!
Allahu Teâlâ (c.c) bizleri, kendisini tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratmış ve İbadetin nasıl yapılacağını da Peygamberimiz (s.a.v.) vasıtasıyla bizlere bildirmiştir.


Bir insan, kendi görüşü, anlayışı ile ibadet yaparsa, Allah’a kulluk yapmamış olur. Rasûlullah’ın bildirdiklerinde eksik veya fazlalık bulmuş olur. Hâlbuki dinde eksiklik olmaz. Kur’an-ı Kerimde Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü'minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir”. (3)

Muhterem Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimizin hadisi şeriflerinde "Eşyada uğursuzluk görmek diye bir şeyin olmadığı” vurgulanmaktadır.(4)
Söz gelimi, baykuş ve karganın ötmesinde, köpek ulumasında, kara kedide, siyah köpekte, farede, yılanda, uğursuzluk vardır. Pazartesi günü çamaşır yıkamak iyi değildir. Salı günü uğursuz bir gündür. Gece aynaya bakmak uğursuzluk getirir. Gece dışarı çöp atmak, bebeğin beşiğini boş sallamak iyi değildir. Elbiseyi çıkarmadan üzerinde bir yerini dikmek uğursuzluk getirir gibi.
Peygamber efendimiz ve onu örnek alan Ashab-ı kiram ve şimdiye kadar gelen İslam âlimleri, namazı nasıl kılmışlar, ibadetleri nasıl yapmışlarsa, aynen öyle yapmamız gerekir. Bid’at ve Hurafelerden sakınabilmek için Kitap ve Sünneti iyi bilmek, din adına yaptığımız uygulamaları sağlam bir delile dayandırmak gerekmektedir.

Sohbetimi okuduğum Ayetin mealini vererek bitirmek istiyorum.
“Bugün sizin için dininizi ikmâl ettim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.”(5)

Kaynak:

(1) Müslim,sahih,’ilim, 47/15 (III,2059)
(2) Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai
(3) Nisa, 4/115
(4) Müslim, Selâm, 102-103; II/1743
(5) Maide, 5/3
 

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
04.02.2011

CUMA GÜNÜ VE CUMA NAMAZI

Değerli Kardeşlerim!

Bizi yoktan var edip dünya sahnesine gönderen ve imanla şereflendiren Yüce Rabbimiz; bizler için sevinç, müjde ve mağfiret günleri olacak; bizleri maddi-manevi kirlerden, günahlardan temizleyecek bir takım mübarek gün ve geceler ihsan etmiştir. İşte bu günlerden bir tanesi de Cuma günüdür.

Değerli Kardeşlerim!

Müslümanların haftalık toplu ibadet günü olan ve Resulullah’ın ifadesiyle, müminlerin bayramı olan bir gündür Cuma günü. Sevgili Peygamberimiz Cuma gününün önemi ifade ederken: ”Üzerine güneşin doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günüdür. (Adem a.s) o gün yaratıldı, o gün cennete konuldu, o gün oradan çıkarıldı. Kıyamette o günden başka bir günde kopmayacaktır.” (1) buyurarak, Cuma gününü değerli kılan hadiselere işaret etmiştir. Bunlarla birlikte Cuma gününü asıl değerli kılan, her hafta müminleri buluşturan Cuma namazının bugüne ait bir ibadet olmasıdır. Farz oluşu Kur’an, sünnet ve icma ile sabit olan Cuma namazı hakkında hutbemizin başında okuduğumuz ayet-i kerime’de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırılınca Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (2) Ayet-i Kerime’de çağrıda bulunulan Cuma namazını kılmak; erkek olan, namaza gitmemeyi geçerli kılacak meşru bir mazereti bulunmayan, yolcu olmayan her müslümana farzdır. Bir müslümanın Cuma namazını mazeretsiz olarak ihmal etmesi asla caiz olmaz. Zira bu hususta Sevgili Peygamberimiz: “Önemsemediği için üç cumayı terk eden kimsenin Allah kalbini mühürler.” (3)buyurarak çok ağır uyarılarda bulunmuştur.

Değerli Kardeşlerim!

Cuma günü bir ibadet günü, duaların kabul olunduğu ve günahların affolunduğu bir gündür. Allah Resulü (s.a.v.), bizleri Cuma gününü gereğince değerlendirmeye teşvik ediyor ve: ”Cumada öyle bir saat vardır ki, şayet Müslüman bir kul o saate rastlar da Allahtan bir hayır isterse; Allah, onu kendisine mutlaka verir.”(4) buyuruyor. Şartlarını taşıyan Müslümanların mutlaka yerine getirmesi gerektiği Cuma namazının günahlara kefaret olduğunu da şöyle ifade etmektedir: ”Beş vakit namaz ve (gelecek) cumaya kadar ki Cuma namazı, büyük günahlardan kaçınıldığı sürece, iki namaz arasındaki küçük günahlar için keffarettir.”(5)

Değerli Kardeşlerim!

Cuma günü ve Cuma namazı Müslümanların toplanıp kaynaştıkları, görüşüp konuştukları önemli bir gündür. Böyle bir günde, toplum içine çıkarken; camiye ve cumaya giderken Sevgili Peygamberimiz’in sünnetine uygun bir şekilde beden ve elbise temizliğimize gereken önemi gösterelim. Ve Sevgili Peygamberimiz’e çokça selat-u selam getirelim.

Sohbetimizi son bir Hadis-i Şerif ile bitirelim; “ En faziletli günlerinizden biri Cuma günüdür. O gün bana çokça selat-ü selam getiriniz. Zira selat-ü selamlarınız bana ulaştırılmaktadır.” (6)

Kaynaklar

1-Müslim.c.3, s.6
2-Cuma, 9
3-Tirmizi, Cuma 7
4-Müslim, Cuma 4

Hayırlı Cuma'lar, Bol Kazançlar, İşlerinizde Başarı ve Kolatlıklar dilerim. Sevgili RFC müdavimleri
 

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
18.02.2011

İSLAMIN DOĞRULUĞA VERDİĞİ ÖNEM
Değerli Kardeşlerim!
Dürüstlük, sadakat, istikamet, hak, birr, hidayet anlamına gelen, itikadi ve ahlaki kavram olan doğruluk, Allahın emrine ve kanunlara uygun bir yol izlemek ve insanların haklarına riayet etmektir.
Yüce dinimiz İslam insanların sözlerinde fiil ve davranışlarında doğru ve dürüst olmalarını istemiştir.Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Allah(c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Rabbimiz Allah'tır diyenler sonra da dosdoğru olanlar için ne korku vardır ne de hüzün. Onlar cennetliktir. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette temelli kalacaklardır.” (1) Peygamberimiz (s.a.v) hadis-i şeriflerinde "Şüphesiz ki, sözde ve işte doğruluk, hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddık (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücur) sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı diye yazılır"(2) buyurmaktadır.
Allah’a inanan ve bu inanca uygun olarak yaşayan, söz ve hareketinde dürüst davranan insanlar için korku ve hüznün söz konusu olmadığını ve böyle insanların dünyada göstermiş oldukları başarının ödülü olarak cennette ebedi kalacaklarını Mevla bize haber vermektedir.
Doğrulukta, kalbin ve dilin dürüstlüğü pek çok önem arz etmektedir. Doğru sözlülük ticarette ve kazançta bereket vesilesidir. Aksi ise ticarette ve diğer kazançlarda bereket bırakmaz. Müslümanın gerçek kazancı bütün muamelelerinde müslümanca, dürüst davranmak olmalıdır. Yalana dayalı olarak elde edilen kazancın eninde sonunda elden çıkacağı, kimseye hayır getirmeyeceği açıktır. Sözde ve işte doğru olmak Peygamberlerin ortak daveti ve müşterek özellikleridir. Her Peygamber ümmetinden doğru olmasını istemiş ve kendileri de bizzat ümmetlerine örnek olmuşlardır. Nitekim Peygamber Efendimiz peygamber olmadan önce Araplar arasında ”emin, güvenilir, doğru kişi” olarak bilinirdi.
Sohbetimizi konumuzla alakalı Peygamber Efendimiz’in şu sözleriyle bitirmek istiyorum. “İşlerinizde orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki hiç biriniz ameli sayesinde kurtuluşa eremez”. Dediler ki:
_ “Sen de mi kurtulamazsın, Ey Allah’ın Elçisi?
_ Evet ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremiyle beni bağışlamış olursa, o başka!”(3)
Başka bir hadisi şerifte de; “Bizi aldatan bizden değildir.”(4) buyurmuşlardır.

(1):Ahkaf, 13-14
(2):Buhari, Edep. 69
(3):Buhari,Rikak. 18
(4):Müslim,İman. 164
 

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
25/02/2011

EMANETE RİAYET ETMENİN DİNİ GEREKLİLİĞİ


Değerli Kardeşlerim!

Yüce dinimiz İslam’ın bizleri dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturmak için belirlediği ahlaki prensiplerden birisi de “Emanetlere riayet” etmektir. Emanet; Çok geniş anlamlı bir kavramdır. Öncelikle bir kimseye korunması için geçici olarak verilen mal anlamına geldiği gibi, en üstün varlık olan insanın Allaha karşı, ailesine karşı ve içinde yaşadığı topluma karşı görev ve sorumlulukları anlamına da gelir.

Kur’ân-ı Kerim’de olgun mü’minin özellikleri sayılırken emanet ve riayete de yer verilmiş ve şöyle buyrulmuştur. “O mü’minler ki emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler”(1) Henüz peygamberlik vazifesi kendisine verilmeden önce içinde doğup büyüdüğü toplum tarafından “el-Emin” olarak adlandırılan Sevgili Peygamberimiz de; “Emaneti olmayanın imanı yoktur”(2) buyurmuştur. Yine diğer bir hadislerinde Efendimiz (s.a.s); Müslüman’ı, “İnsanların, dilinden ve elinden zarar görmedikleri”; mü’mini de, “insanların canları ve malları konusunda kendisinden güvende oldukları kişi”(3) olarak tarif etmiştir. Böylece, emanete ihanet ile imanın bir arada bulunamayacağına işaret buyurmuşlardır.


Allah’ın bütün emirleri, peygamberlerin bildirdikleri, insanların hak ve hukukları, canlı ve cansız tüm varlıkların tasarrufu, emanet olarak kabul edilir. Ve insan, emanet sıfatını taşıyabildiği ölçüde, insani olma şerefini korur. Nitekim insan, Allah’ın yeryüzündeki emanetini taşıyabilecek kabiliyette yaratılmıştır. Bu bakımdan insanı güçlü ve güvenilir kılan, Allah’ın emanetlerini taşıyabilme özelliğidir
.
Temelde insanlık özelliklerinin tümü; yerine getirilmesi gereken birer emanettir. İnsan, ibadet ve kulluk için yaratılmışken, bu vazifeyi yerine getirmesi için verilen canı ve bedeni bile; ölümle teslim edeceği bir emanettir. Onun içindir ki; her şeyin birer emanet olarak verildiği bu dünyada, emanetin gerçek sahibinin huzurunda mahcup olmayacağımız bir biçimde yaşayalım.


Bizlere düşen en büyük sorumluluk; tüm emanetlere riayet etmek ve bunların gereklerini yerine getirmektir. Emanetlere riayet edersek görevimizi yerine getirmenin mutluluğunu yaşar ve aynı zamanda, huzurlu bir toplum oluşmasına da yardımcı oluruz.
Peygamber efendimizin uyarı niteliğindeki şu hadisiyle hutbemi noktalıyorum;
"Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vadettiğinde vaadinden döner, kendisine birşey emanet edildiğinde emanete hıyanet eder" (4)


_______________________
1- Mu’minun suresi, 8
2-İbn Hanbel, Müsned, III, 135.
3-Nesâî, İmân, 8.
4-Tirmîzî, Îman, 14

Hayırlı Cumalar RFC Sevgili Üyeleri
 

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
04/03/2011

ÇOCUKLARIMIZI ZARARLI ALIŞKANLIKLARDAN KORUMAK

Göklerin ve yerin nuru olan Yüce Rabbimiz insanlara sayısız nimetler ihsan etmiştir. Bu nimetlerin biri de çocuktur.

Çocuk, dünya hayatının süsü, milletlerin en büyük ümit ve istikbal kaynağıdır. Çocuklarını iyi terbiye etmeyen milletler yarınlarına güvenle bakamazlar. Bunun içindir ki, İslam Dini, çocuk terbiyesine büyük önem verir. Çocukların bedence ve ruhça yetiştirilmesini onlarda din, iman, vatan ve mukaddesat sevgisinin geliştirilmesini şiddetle emreder.

Gerçekten çocuklarımızın terbiyesi çok önemelidir. Zira, o sadece bir aileyi değil, bir milleti ve hatta topyekun insanlığı ilgilendirir. Çocuklarını iyi yetiştirmeyen milletler huzursuzdur. Çocuklarını güzel terbiye etmeyen toplumlar da, sevgi, güven ve kardeşlik bağları kopar. Allah, peygamber, vatan ve mukaddesat yok olur. Anne, baba, komşu ve akraba saygısı tükenir. Hak, hukuk ve hatta insanlık düşmanları türer. Şanı Yüce olan Allah’ımız, bu gerçeği Kur’an-ı Kerimde şöyle beyan eder:”Ey İman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olur. Onlardan sakının” (1) buyurmaktadır.

Mal ve servetimiz gibi çocuklarımız da bizim için bir imtihan vesilesidir. Eğer onları iyi yetiştirir, ahlak ve fazilet duygularını geliştirirsek; hem vazifemizi yapmış ve hem de büyük bir mükâfata nail olmuş oluruz. Şerefli kitabımız K.Kerimde Yüce Mevlamız şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük ecir ise Allah katındadır.”(2) Bu bakımdan evlat imtihanını başarı ile verebilmemiz için, çocuklarımızı küçük yaştan itibaren terbiye altına almamız gerekir. Zira, ağaç yaşken eğilir. Terbiye de küçükken verilir. Dolayısıyla ilk terbiye ocağı ailedir. Terbiyecileri ise, anne ve babadır.

O halde Değerli Kardeşlerim;

Çocuklarımızı iyi terbiye edelim. Onlara dinlerini, imanlarını öğretelim ki, onları cehalet, sefalet, günah bataklıklarından kurtaralım. Yaşayışımızla onlara örnek olalım. Fakir ve kimsesiz yavrulara yardım elini uzatalım. Unutmayalım ki, ömrün bittiği, servetin tükendiği, hayatın göçtüğü şu dünyada en büyük nimet; arkamızdan Cennet misali, saçılmış birer inci olarak terbiyeli ve hayırlı evlat bırakmaktır.
Sohbetimi Tahrim Suresinin 6. Ayeti kerimesinin mealiyle bitiriyorum.

“Ey İman Edenler! Gerek kendinizi, ve gerek çoluk ve çocuğunuzu, yakacağı insanlar ve taşlar olan, ateşten koruyunuz”


1-Kehf suresi 18/46
2-Teğabun suresi 64/15


Hayırlı Cumalar RFC Sevgili Müdavimlari
 

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
11.03.2011

GIYBET VE İFTİRANIN KÖTÜLÜĞÜ

Gıybet; bir insanı gıyabında eleştirmek, çekiştirmek ve onu hoşuna gitmeyecek sözlerle anmaktır. Peygamberimizin ifadesiyle “Kardeşini onun hoşlanmadığı bir şeyi ile hatırlayıp arkasından konuşmandır.” (1) Bu kişinin nesebinde, ahlakında, bedeninde ve işinde olduğu gibi, boyunun uzunluğu veya kısalığı gibi fiziki yapısıyla da ilgili olabilir. Bu tarz konuşmaların hepsi gıybettir. Yüce Allah Kur’an-i Kerimde bu çirkinliği “Ölen bir insanın etini yemeye” (2) benzetmiştir. Ölü bir insanın etini yemek nasıl çirkin bir davranış ise gıybet de o kadar çirkin bir davranıştır.

İnsanın dili, beyan nimetine mazhar, değer ve kıymeti ölçülemeyecek kadar büyük bir uzuvdur. Ancak böyle mübarek bir uzuv, kötüye kullanıldığı takdirde, insanı felakete götüren en zararlı bir âlet haline gelir ve onu mahveder. Dil ki, insan onunla Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve takdis eder. Ma’rûf’u emir, münkeri nehiy dil ile yapılır. İnsan diliyle, Kainat kitabını ve onun ezeli tercümesi olan Kur’ân’ı tilavet eder, âyât-u beyyinâtı diliyle okur ve başkalarına anlatır. Bazen, inanmayan bir insanı ifade ve beyanı vasıtasıyla imana getirir. Böylece üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlı bir iş yapmış olur.. ve insan, diliyle a’lây-ı illîyîne çıkar, doğruluğun zirvesine taht kurar. Ancak aynı dil, insanın felaketini de hazırlayabilir. Bütün küfür ve küfrana vasıta dildir. Yalan, gıybet, iftira hep dille yapılır ve insan diliyle yalan çukuruna düşer.

Dinimizin yasakladığı kötü davranışlardan birisi de iftiradır. İftira; bir kişinin yapmadığı fiil ve davranışları ona isnat ederek bunları yapmış gibi göstermektir. Özellikle inançlı erkek ve kadınlar hakkında kişilikleriyle ilgili konularda iftirada bulunmak en büyük günahlardandır. Nitekim Kur’an-i Kerimde Yüce Allah; “iftira edenlerin apaçık bir günah yüklendiklerini, dünya ve ahirette lanetlenmiş olup büyük bir azabın onları beklediğini” (3) bizlere haber vermektedir.

Günümüzde insanlar; bencillik, çekememezlik, menfaat ve kıskançlık gibi sebeplerle birbirleri aleyhine çeşitli iftira ve karalama kampanyaları düzenlemekte ve böylece Kur’an’ın ve sahih sünnetin evrensel ilkelerini ihlal etmektedirler. Sonuç olarak ifade edecek olursak gıybet ve iftira ederek başkalarının şeref ve haysiyetleri ile oynayanlar bilmelidirler ki; bu dünyada herhangi bir cezaya uğramasalar dahi ahirette ilahi adalet huzurunda mutlaka hesap vereceklerdir. Bu itibarla sevgili peygamberimizin “ Her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa; ya hayır söylesin, ya sussun” (4) sözüne kulak verelim ve kesinlikle bu iki büyük günahı işlemekten uzak duralım. Ne mutlu Allah yolunda, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından uzak bir hayat yaşayabilenlere.

__________________________________
1-Riyazüs Salihin, C 3, sh,109-110
2-Hucurat 12
3-Ahzab 58
4-Buhari, Edeb, 85 Müslim, İman, 74

Hayırlı Cumalar RFC
 

*USTA

Mustafa USTA, T.C Vatandaşı,
Genel Başkan
09-Aydın
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
33,502
Tepki puanı
1,665
Puanları
113
Yaş
55
Günümüzde insanlar; bencillik, çekememezlik, menfaat ve kıskançlık gibi sebeplerle birbirleri aleyhine çeşitli iftira ve karalama kampanyaları düzenlemekte ve böylece Kur’an’ın ve sahih sünnetin evrensel ilkelerini ihlal etmektedirler. Sonuç olarak ifade edecek olursak gıybet ve iftira ederek başkalarının şeref ve haysiyetleri ile oynayanlar bilmelidirler ki; bu dünyada herhangi bir cezaya uğramasalar dahi ahirette ilahi adalet huzurunda mutlaka hesap vereceklerdir.
______________________________________________________________

Eyvallah hocam,herkese hayırlı Cuma'lar...:eyv
 
  • Beğen
Tepkiler: ByTyFn

scolak_53

Kayıtlı Üye
Bilgi Girilmemiş
Katılım
9 Eki 2010
Mesajlar
397
Tepki puanı
24
Puanları
0
18/03/2011

İSLAMDA ŞEHİTLİK VE ÇANAKKALE ZAFERİ

Yeryüzündeki her canlının hayatının sona ereceği kaçınılmaz bir gerçektir, ama şehitler için bu durum farklı olarak tecelli edecektir. Çünkü onlar Allah’ın kendilerine bahşettiği özel bir hayatla diridirler. Allah katında onlara bol nimetler verilmiş, geniş rızıklar sunulmuştur. Fakat dünyadaki insanlar bunu fark edemezler.
Yüce Mevlâmız, şehitlerin hallerini Kur’an-ı Kerim’ de şöyle anlatıyor. "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olan (şehit kardeşlerini de), kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler." (1)
Bu konu hakkında Sevgili Peygamberimiz (sav), de şöyle buyurmuştur: "Ruhumu kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmemi, sonra tekrar dirilip savaşarak tekrar öldürülmemi, yine dirilip savaşta öldürülmemi arzu ederim." (2)
Başka bir hadisi şerifte: "Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister." (3)
Şanlı tarihimiz bir çok zaferlerle doludur. İşte bu zaferlerin yakın tarihimizdeki en önemlilerinden biri de bu yıl 96.yılını kutlayacağımız Çanakkale Zaferi'dir. Çanakkale zaferi tarihin zirvesine diktiğimiz ölümsüz bir âbide, kanımızla yazdığımız silinmez bir kitâbe, yüreklerimizi heyecan ve iftihâr dalgasıyla kabartan ebedi bir kahramanlık destanıdır. Çanakkale, Müslüman Türk’ün yenilmezliğini, bütün dünyaya bir kere daha ilan eden muhteşem bir zaferdir. Çanakkale'de maddî gücümüz, düşmanın gücüne nispetle çok daha zayıftı. Askerimizin bir çoğunun, ayağında postalı dahi yoktu. Ancak Mehmetçik Çanakkale de büyük bir kahramanlık örneği göstererek "Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır."(4) sözünü altın harflerle tarihe yazmıştır. Evet, Çanakkale ne kutlu bir yerdir ki, böyle bir kahramanlık destanına sahne olmuştur. Bir düşman subayı Mehmetçiğin bu kahramanlığı karşısında daha sonra söyle diyecektir: “Türk askeri gibi ölüme gülerek giden bir askeri başka hiçbir millette bulamazsınız.”(5)
İşte Türk askerini ölüme gülerek götüren sebep; Çanakkalede Kınalı Halil’in üzerinden çıkan şu nâmelerde gizlidir. “Anam yakmış kınayı, aday diye Ben de vatan için kurban doğmuşum Anamdan Allah’a, son bir hediye Kumandanım! Ben İsmail doğmuşum”(6)

Maddi her oluşun, manevi bir kuruluşu ve onu ileri itici mayası vardır. Maddeyi biçimlendiren, ona yön veren, onun manasıdır, ruhudur. İşte Çanakkale’de şahlanan ruh, milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Bu ruh, dinin, vatanın, namusun, bayrağın, kısaca bizi biz yapan değerlerin en zor şartlarda bile feda edilemeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bugün de milletçe, aynı ruh ve inanca, aynı birlik, beraberlik ve dayanışmaya ihtiyacımız vardır. Bu ruhu yaşattığımız müddetçe ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun, çözemeyeceğimiz hiçbir problem kalmayacaktır. Bu vesile ile bütün şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyor. Devlet ve milletçe bu onurlu mirası aynı inanç ve duyarlılıkla yarınlara taşıyacağımıza söz veriyoruz.

(1) Al-i İmran 3/ 169,170
(2) Buhari, Müslim 199
(3) Buhari, Cihad 21
(4)Kuntay,M.Cemal,,Onbeş Yılı Karşılarken
(5) Hamilton “Gallipoli Diary” (Gelibolu Günlüğü)
(6) Çanakkale Zafer, Kınalı Kuzular

Hayırlı Cumalar RFC
 
Üst